Cilt 4 - Sayı 1 (Haziran 2021)
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Ahmet Murat KADIOĞLU (2020), Meiji Dönemi Japon ve Osmanlı Askeri Modernleşmesi(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Eraslan, MetehanSelçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalında 2018 yılında doktorasını tamamlayan Dr. Ahmet Murat Kadıoğlu, 2020 yılında yazmış olduğu tezi kitap haline getirerek “Meiji Dönemi Japon ve Osmanlı Askeri Modernleşmesi” adıyla okurlara sunmuştur.Öğe İdris Nebi Uysal, (2018) Yunus Emre Yunus Emre Divanı’ndan seçmeler (Karaman Nüshası)(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Vardar, ÖzgeHayatı hakkındaki bilgilere daha çok menkıbeler üzerinden ulaşılan Yunus Emre, siyasi ve toplumsal çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde yaşamıştır. Moğol saldırılarının arttığı, kardeş ve taht kavgalarının yaşandığı, halkın ağır vergiler altında ezildiği, sosyoekonomik yapının bozulmaya başladığı bu devirde Yunus Emre sözleriyle halka umut olmuştur. Maddi ve manevi zarar gören, buhrana sürüklenen halkın ruhunu beslemek isteyen Yunus Emre, Türkçe konuşan halka, çağdaşlarının aksine onların diliyle seslenmiş, Arapça ve Farsça kelimelere Türkçe ruh ve kimlik vererek, coşkulu bir dille halkın duygularına hitap eden şiirler kaleme almıştır.Öğe Necati Cumalı’nın Zeliş (Tütün Zamanı) romanında yapı ve izlek(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Antakyalı, BanuBu çalışma 20. yüzyıl Türk edebiyatının önemli yazarlarından biri olan Necati Cumalı’nın Zeliş (Tütün Zamanı) adlı romanını olay örgüsü, şahıs kadrosu, zaman, mekân, bakış açısı, izlek gibi yapısal / teknik ögeler bağlamında odağa almaktadır. Şiir, roman, hikâye, tiyatro ve deneme gibi türlerde eserleri bulunan, sürekli okuyan, yazan, üretken bir yazar olan Necati Cumalı’nın ilk romanı Zeliş (Tütün Zamanı), iki gencin aşkları üzerinde yaratılan tüm baskı mekanizmalarına karşı bu uğurda verdikleri mücadeleyi ana eksene yerleştirerek Urla’nın sosyal, ekonomik, kültürel hayatı ve tütün ekicilerinin yaşamlarını konu edinir. Çevresinde olup biten her şeye karşı duyarlı olan yazar, keskin gözlem gücüyle bunları eserlerinde yazılacak birer malzemeye dönüştürür. Yazarın Anadolu’nun çeşitli yerlerinde avukatlık yaptığı yıllarda yaşadığı, tanıklık ettiği hikâyelerin duygu ve düşünce dünyasında yeni ufuklar açmasıyla birlikte o hikâyelerden esinlenerek kaleme aldığı anlatılarından biri olan Tütün Zamanı, başkişi Zeliş’in şahsında ve tek bir olay örgüsü etrafında bireysel bir temayı, aşkı ele alır. Eserlerinde bireysel temadan hareketle sosyal temalara da yer veren yazar, bu romanında da köy / kasaba insanının sıkıntılarını, yaşam mücadelesini içeriden, gözlem gücü yüksek bir bakış ve canlı ifadelerle anlatır. Özellikle çocukluk ve gençlik yıllarının geçtiği ve yazarın ifadesiyle “eserlerinin dekoru”nu oluşturan ve neredeyse tüm yapıtlarında ortaklaşan bir mekân olan Urla, bu romanda da işlevsel bir rol üstlenerek aşk ve diğer kişisel ilişkilerin yanı sıra tıpkı yaşayan bir karaktermişçesine canlı ve ayrıntılı tasvirlerle anlatılır. Kadın – erkek arasındaki ilişkide yeni bir kadın kimliğini temsil eden ve direnciyle kendisini var eden bir kadını ön plana çıkaran Zeliş (Tütün Zamanı) adlı roman, aşkın deneyimlenmesi konusunda kadın karakter ile erkek karakter arasındaki farklara vurgu yapar. Bu çalışma, söz konusu vurgu ve yeni kadın kimliği üzerinden Zeliş (Tütün Zamanı) adlı romanı, bakış açısı ve anlatıcı düzlemi, olay örgüsü, zaman, mekân, şahıs kadrosu ve izleksel kurgu açısından incelemeyi amaçlamaktadır.Öğe Bitkilerin adlandırılmasında benzetmenin rolü(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Yıldız, Yaseminİnsanoğlu, yaratıldığından beri bitkilerle etkileşim halinde olmuştur. Bitkileri, kimi zaman besin olarak kullanmış, kimi zaman da ilaç olarak kullanarak dertlerine deva aramışlardır. İki temel ihtiyaca da cevap veren bitkiler, zamanla cevap verdikleri ihtiyaç doğrultusunda ya da şekil açısından benzerlikler neticesinde çeşitli adlar almaya başlamıştır. Adlandırma kısmındaki niteliklerde zamanla bir artış olmuştur. Bu artışta, insanoğlunun gün geçtikçe zenginleşmeye başlayan söz varlığının etkisi oldukça fazladır. Bitkiler pek çok yönden incelenmiş ve bu incelemeler doğrultusunda çeşitli adlar verilmeye başlanmıştır. Özellikle benzerlik sebebiyle ad verme eğilimi, ad verme konusunun temelini teşkil etmeye başlamıştır. Bu duruma bir kanıt olarak etkileşim içerisinde olmayan birbirinden uzak iki bölgede de aynı bitkiye aynı adın verilmiş olmasını gösterebiliriz. Görüldüğü üzere bitkilerin adlandırılması kısmı, dil açısından ele alınabileceği gibi sosyal ve kültürel açıdan da incelenmesi gereken geniş çaplı bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Benzetme, hemen hemen her alanda yer alan, anlatımı zenginleştirmek ve güçlendirmek için kullanılan bir edebî sanat olarak karşımıza çıkar. Herhangi bir yönden birbirine benzeyen iki kavram arasında benzerlik ilgisi kurularak yapılan bu sanat, konuşma dilinde de kendisine oldukça geniş bir yer bulmuştur. Bu çalışmada bitkilerin adlandırılması konusunda benzetmenin önemine vurgu yapılmaktadır. Şekil, renk gibi benzerlikler neticesinde adlandırılan bitkilerin sayısı oldukça fazladır. Bir kısmını ortaya koyma amacıyla yapılan bu çalışmada yirmi üç eser taranmıştır. Ulaşılan bazı bitki adlarının yanında anlamlarına ve benzerlik yönlerine de yer verilmiştir. Bitki adları, anlamları ve benzerlik yönleri verildikten sonra, hangi çalışmalardan alındıkları ve bulundukları sayfa sayısı da aktarılmıştır.Öğe Osmanlı modernleşmesine yapısal-işlevselci bir bakış(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Aktürk, Emre; Özalp, AhmetBütün dünya tarihi göz önüne alındığında Osmanlılar, 600 yılı aşkın bir ömre sahip olabilmiş büyük imparatorluklardandır. Osmanlıları böylesine uzun ömürlü ve etkili kılan şeylerin başında, toplumun sosyo-ekonomik düzen ve zihniyeti gelmektedir. Ancak, klasik sosyo-ekonomik düzen ve zihniyet anlayışı zayıflamış devletin ilerlemesini durdurmuş ve Osmanlılar çağdaşları karşısında geri kalmaya başlamıştır. Daha açık bir deyişle gerilemede, teknik yoksunluk ve kaynak eksikliğinden evvel, toplumsal düzen ve zihniyet anlayışının yara alması etkili olmuştur. Osmanlılar üzerine yapılan çalışmaların ve araştırmaların çoğunluğu, devletin sosyo-ekonomik tarihini ikinci plana atarak, savaşlar, fetihler ve antlaşmalar tarihi yazma eğilimindedirler. Ancak bu milliyetçi tarih anlayışı son zamanlarda yerini daha objektif ve çok yönlü tarih anlayışlarına bırakmıştır. Bu çalışmanın konusu, Osmanlı’nın sosyo-ekonomik zihniyetini, işlevselci teorinin yaklaşım ve kavramlarını kullanarak analiz etmek ve sanayileş(e)meme ve kapitalistleş(e)memenin cevaplarını bu zihniyet üzerinden anlamaya ve açıklamaya çalışmaktır. Böylesi bir çalışmanın yapılmasındaki temel amaç, Osmanlı’nın sosyo-ekonomik zihniyetinin belirginleştirilmesi yoluyla, aslında sanayileşememe ya da modernleşememe handikaplarına sosyolojik bazı cevaplar ve argümanlar bulmaktır. Osmanlı’nın neden sanayileşemediği ya da modernleşme yarışından nasıl geri kaldığı sorularına bugüne kadar verilen ve aranan cevaplar, çoğunlukla teknik altyapı eksikliği ve kaynak yokluğu gibi argümanları dikkate almışlardır. İşte bu çalışma da Osmanlı’nın bu geri geri kalmış ya da bırakılmış hâline, toplumsal zihniyeti açıklama çabası içinde cevaplar aramasından dolayı, diğer çalışmalardan ayrılmakta ve önemi ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmanın bir diğer amacı da Osmanlıların denge ve düzen unsurlarını gözeterek inşa etmiş olduğu devlet ve toplum yapısını, işlevselci teorinin önermeleriyle analize tabi tutmaktır. Çalışmada, Osmanlı’nın klasik dönemindeki (15. ve 17. yy) sosyo-ekonomik zihniyetine odaklanılmaktadır. Osmanlı’nın 600 yılı aşkın ömrü düşünüldüğünde, tüm ömrüne tek bir zihniyetin kaskatı bir şekilde hâkim olduğunu iddia etmek oldukça zordur. Bu yüzden, bu çalışmada, kendisini, Osmanlı’nın klasik dönemi olarak kabul edilen 15. ve 17. yy. ile sınırlandırmakta, ortaya koyulan bu sosyo-ekonomik düzen ve zihniyet ile devletin sanayileşememesi ve kapitalizme geçişinde sorunlar yaşaması tartışılmaktadır. Verilerini literatür taraması üzerinden elde edilen bu tartışmanın sonrasında ise, devletin sanayileşme ve kapitalistleşme gibi kapsamlı bir değişim hikâyesi yazamamasının sebebini, Weber’in rasyonalist değişim teorisinden faydalanılarak açıklanmaya çalışılmaktadır.Öğe Silifke’de sosyo ekonomik ve kentsel gelişme (16. yüzyıldan 19. yüzyıla)(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Yalçın, AyhanSilifke, 12. ve 13. yüzyıllarda yaşanan siyasi kargaşalarla büyük ölçüde kale yerleşimi haline geldi. 16. yüzyılda Osmanlı egemenliğinde İçel sancağı merkezi olmasıyla birlikte kale yanında aşağı ovada da antik şehir harabeleri üzerinde yeniden küçük bir köy boyutunda yerleşim canlandı. Kıbrıs’ın fethedilmesi sürecinde ve özellikle fetih sonrasında Silifke’ye çok miktarda insan gelip gitmeye başladı. Artan nüfus ve insan trafiği ve sancak merkezi haline gelmesi ile Silifke, kasabaya dönüşmeye başladı. 17. yüzyılda aşağı yerleşim büyük sayılabilecek bir Osmanlı kasabasına dönüşürken yaşanan Celâli isyanları ve 18. yüzyılda âyan isyanları sonrasında yeniden küçülüp köye dönüştü. 19. yüzyılın ilk yarısında nüfusu, ekonomik faaliyetlerinin karakteri bakımından köy niteliğini sürdürdü. Tanzimat reformları ve İmparatorluğun dış dünyayla artan ticari ilişkileri bağlamında sahil yerleşimi ve iç bölgelerle ikincil düzeyde de olsa ulaşım kavşağı olması sayesinde büyük ölçüde değişime uğradı. 1870 ve sonrasında İçel sancağı yeniden yönetim merkezi hâline geldi. 19. yüzyıl sonlarında, çevredeki diğer kasabalara göre kentleşme, kamu yatırımları, ticaret ve ticarileşen tarım gibi alanlarda farklılaştı. Bu bağlamda, Konya-Silifke ve Mersin-Silifke arasında şose yollar, köprüler inşa edildi. Yönetimdeki değişiklik, kentleşen Silifke’de yeni ve büyük kamu binaları, çeşmeler, ibadethaneler yapıldı. Konya’dan başlayarak Silifke’ye nakledilen tarım, hayvancılık ürünleri ağırlıklı ihracat ve yarı mamul, mamul nitelikli ithalat gelişti. Sonuçta, 19. yüzyılın son yıllarında kentli karakterli bir nüfus meydana gelmeye başladı. Kentli yaşamın bir sonucu olarak çok katlı, çok odalı ve kiremit çatılı konak tipi yapılar inşa edildi. Ancak, yine 19. yüzyıl sonlarında Adana-Mersin tren yolunun açılması Silifke’nin büyümesi ve gelişmesini durdurdu. Silifke 20. yüzyıla girerken gerilemeye bile başladı. Bu çalışma ile Osmanlı idaresine geçiş sürecinde Silifke’nin idari, iktisadi, kentsel manalarda hangi nedenlerle ne tür bir değişim süreci yaşadığı belgelenmeye çalışılmıştır. Silifke’nin söz konusu alanlarda yaşadığı değişim süreci, ağırlıklı olarak Osmanlı merkezi ile yerel resmî birimler arasındaki yazışmalardan oluşan belgelerle yerel resmî yayınlar (vilayet salnameleri) ve gezginlerin gözlemlerinden aktarımlarla ortaya konulmak istenmiştir.Öğe Milli mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa-Vahdettin ilişkisinin türk siyasetine yansımaları (1961-2005)(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Uyar, Çağhan; Ertuğrul, EsenMillî Mücadele döneminde, Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ile Padişah Vahdettin (VI. Mehmed), arasında birtakım olaylar cereyan etmiştir. Söz konusu hadiseler ileriki dönemlerde Türk siyasetini ve ülke gündemini meşgul eden büyük bir mesele haline gelmiştir. Konu etrafında birbirine zıt görüş ortaya çıkmıştır: Bunlardan biri Vahdettin’in bir “hain” olduğu yönünde iken; diğeri tam tersini iddia etmektedir. Türk siyasetinin önemli isimlerinin görüşleri bu konuda belirleyici olmuştur. Bülent Ecevit ve Süleyman Demirel gibi belirgin siyasi figürlerin de bu polemiğe dâhil olduğu görülmektedir. Bu çalışmada Millî Mücadele döneminin olağanüstü koşulları etrafında Mustafa Kemal Paşa ile Padişah Vahdettin arasında vuku bulan olayların siyasi ortama, topluma ve basına yansımaları ile bunların çevresinde ortaya çıkan akisler merkeze alınmıştır. Araştırma sonucunda, mevzu hakkında beyan edilen görüşlerin bir kısmının ideolojik temelli, tarihsel gerçeklikten hayli uzak ve anakronik olduğu ortaya çıkmaktadır. Ayrıca Türk siyasetinin, Mustafa Kemal Paşa ile Padişah Vahdettin meselesine politik saiklerle yaklaşması, ötekileştirmeyi ve ayrışmaları da beraberinde getirmiştir. Münhasıran kamuoyunda politik kimliğiyle bilinen kimselerin siyasi tabanlarında kitle konsolidasyonu sağlamak maksadıyla meseleye dâhil olması popülizme, siyasi kutuplaşmaya ve görüş çatışmalarına sebebiyet vermiştir. Çalışmanın temel sorunsalını da Millî Mücadele sürecinde Mustafa Kemal Paşa ile Padişah Vahdettin arasındaki meselelerin ileriki dönemlerde doğurduğu görüş ayrılıkları ve bu konuda gereken ayrımın yapılabilmesi için ortaya atılan çıkarsamalar oluşturmaktadır.Öğe Amasya sancağında iki konargöçer topluluk: 19. yüzyılın ilkyarısında sosyo-ekonomik özellikleriyle Gökçeli ve Kavilli yörükleri(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Genç, SabitAnadolu’nun mevcut demografik yapısının şekillenmesinde 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’ya yönelik yoğunlaşan Türk göçlerinin etkisi büyüktür. Anadolu’ya gelen Türklerin bir kısmı şehir ve kasabalara yerleşirken geriye kalanlar Anadolu’nun farklı bölgelerinde uygun buldukları yaşam alanlarında geleneksel konargöçer hayata devam etmişlerdir. Tarihi süreç içerisinde zorunlu iskâna tabi tutuldukları döneme kadar -yaylak-kışlak hayatın devamı gibi- konargöçerlerin temel özelliklerini muhafaza etmelerine rağmen aralarında sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda bazı farklılıkların oluştuğu söylenebilir. Anadolu’da konargöçer yaşama devam eden Türk topluluklarının yerleşim alanları, idari, sosyal ve ekonomik durumları ve yerleşik topluluklarla ilişkileri üzerine çok sayıda çalışma yapılmıştır. Ancak konargöçerliğe devam eden topluluklar arasında zaman içinde meydana gelen farklılıklar üzerine yeterince çalışma yapılmamıştır. Bu çalışmanın amacı, 19. yüzyılın ilk yarısında Amasya sancağı sınırları içinde yer alan Karadağ Silsilesi’nin eteklerinde yaşadığını tespit ettiğimiz Gökçeli ve Kavilli Yörüklerini sosyo-ekonomik açıdan karşılaştırmak, bu örnekten hareketle de Anadolu’daki konargöçerler arasındaki sosyo-ekonomik farklılıklar hakkında genel bir fikir vermektir. Bu çalışmada her iki toplulukla ilgili 19. yüzyıl Osmanlı arşiv kayıtlarındaki bilgilerden yararlanarak karşılaştırmalı analiz yöntemiyle sosyo-ekonomik açıdan aralarındaki farklar ortaya konulmaya çalışılmıştır. Bu süreçte konuya daha geniş bir açıdan bakabilmek adına ulaşılabilen özel çalışmalardaki bilgiler ışığında her iki topluluğun çevredeki diğer konargöçer gruplar ve yerleşik ahali karşısındaki konumları da gösterilmeye gayret edilmiştir. Çalışmada her iki konargöçer grubun sosyo-ekonomik açıdan birbirleriyle benzer özellikleri görülmesine rağmen dikkat çeken farklılıklara da sahip oldukları anlaşılmıştır.Öğe Bozkır’da günümüze ulaşamayan iki kamu yapısı: Hükümet konağı ve redif deposu(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Tekin, AliKonya’nın otuz bir ilçesinden biri olan Bozkır, merkeze 116 km uzaklıkta yer almaktadır. Selçuklular ve Karamanoğulları dönemlerinde Türk yerleşimine sahne olan Bozkır, Osmanlılar döneminde de bölgede çıkarılan madenden dolayı önemini korumuştur. XIX. yüzyılda değişen ve yeniden biçimlenen merkezi yönetim, özellikle Tanzimat reformlarıyla birlikte kent organizasyonuna birçok yeni mimari ögeler kazandırmıştır. Bu yapılardan en önemlileri hükümet konakları ve askerî yapılardır. Bu çalışmada, XIX. yüzyılda Bozkır kazasında inşa edilmiş ancak, günümüze ulaşamamış hükümet konağı ve redif deposu binaları ele alınmıştır. Bozkır’ın eski fotoğraflarından ve arşiv belgelerinden yararlanılarak hazırlanmış bu çalışmada, Anadolu örnekleriyle de karşılaştırma yapılarak dönem içerisindeki yerleri vurgulanmıştır. Bozkır Hükümet Konağı zemin + bir katlı, ön cephesi öne çekilerek vurgulanmış ve ana girişin yerleştirildiği cephe meydana bakacak şekilde düzenlenmiştir. Plan olarak ise haçvari planın (dört yöne çıkma yapan) uygulandığı nadir bir örnektir. XIX. yüzyılın başlarında gelişen Neo-klasik üslupta inşa edilen askerî yapıların en tipik özelliği, Antik döneme atıfta bulunan sütun başlıklarına dayanan üçgen alınlıklar, kat arası silmeler ve yuvarlak kemerlere sahip olmasıdır. Bozkır Redif Deposu da II. Abdülhamid döneminde yaptırılmış, muhtemelen dikdörtgen planlı, bodrum + iki katlı ve kesme taştan kâgir olarak inşa edilmiş, iki sütun tarafından taşınan üstü balkonlu arkat şeklinde taşıntı yapan giriş bölümüne ve yarım daire alınlığa sahip oluşuyla, dönemin diğer askerî yapılarıyla benzer özelliklere sahiptir.Öğe Çernobil doğal açık hava müzesi: Sanatın etik duruşu(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Öksüzömer Barlak, Ecem HazalSanat ve Etik birbirleri ile iç içe geçmiş kavramlardır ve her ikisi de özneldir. Sanat, özgünlüğün dışa vurumu, etik ise ahlaki bir davranış biçimidir. Sanatın etik ile yorumlanması ise onu oluşturan öğenin etik ahlak açısından anlamlandırılmasıdır. Bazı durumlarda ahlak açısından değerlendirilme yapıldığında özellikle sanatsal bir yapıt söz konusu olduğunda etik kavramı otomatik bir şekilde devreye girmektedir çünkü etik özünde ahlaki duruş taşımaktadır. İhmalin göz yumduğu şekli ile 1986 yılında gerçekleşen bir patlama Ukrayna’da Pripyat şehrinin tarihe damga vurarak yok olmasına sebep olmuştur. Kaza sonrasında 500.000’den fazla kişi olaya müdahil olmuş ve bu kişilerin neredeyse birçoğu radyasyona maruz kalmış, 31 kişi ise hayatını kaybetmiştir. Yaşanan bu felaketin ardından bölge Çernobil bölgesi olarak anılmış ve 20. Yüzyılın ortalarında ise birçok turistin ilgisini çekmiştir. Doğal açık hava müzesi niteliğinde olan bu alan yaşanmışlıkların sergisi niteliğindedir. Yaşanan felaket tüm gerçekliği ile bir şehrin hayalet hale gelmesini ve o şehrin yaşanmışlıklarının açık hava müzesi niteliğinde insana dair tüm oluşumlarını duyusal olarak sergilemesidir. Karanlık Turizm olarak literatürde yerini bulan bu ziyaretler yaşanmışlıkların, gezen kişilerin duygu ve düşünceleri ile yoğrulmasıdır. Etik ve sanatın ilişkisi bu noktada tekrar tekrar gözler önüne serilmektedir. Etik açıdan başka yaklaşımlar da vardır fakat tanıklık etmek olarak incelediğimizde, etiğin ahlakın mevcudiyetinden sıyrılmadığını görmekteyiz.Öğe Karaman’daki geleneksel mesleklerin söz varlığından Derleme Sözlüğü’ne katkılar(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Demir, ErdalAğız araştırmalarının temelini derleme çalışmaları oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalarda elde edilen malzemeler hem ağızların dil özelliklerini hem de söz varlığı unsurlarını ağız ve yazı dili sözlüklerine kazandırılmasını sağlamaktadır. Bu alanda yapılan en önemli çalışma Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanmış olan Türkiye’de Halk Ağızlarından Derleme Sözlüğü’dür. Bu sözlük araştırmacılara halk ağızlarından derlenen kelimelerin yanı sıra dil malzemesi de sunmaktadır. Derleme Sözlüğü, önemli bir çalışma olmakla beraber söz varlığı açısından birtakım eksikleri de mevcuttur. Alanda yapılacak çalışmalar Derleme Sözlüğü’ne ilave edildikçe sözlük zenginlik kazanacak ve bunun yanında ağız özelliklerini yansıtan söz varlığı unsurları da korunmuş olacaktır. Bu çalışmada Karaman il merkezinde faaliyetlerini sürdüren geleneksel mesleklerin söz varlığından derlenen sözcük ve deyimlerden Derleme Sözlüğü’ne katkı sağlayacak olanlar verilmiştir. Yapılan tarama sonunda derleme esnasında tespit edilen 29 sözcük (bekeli, höfsünmek, şefte, tüteklik gibi.) ve 12 deyimin (aklı fırtmak, aklına dammak, cumasına gitmek gibi.) Derleme Sözlüğü’ne alınabilecek durumda olduğu belirlenmiştir. Bazı sözcükler (bekeli ve tüteklik, gibi.) sadece Derleme Sözlüğü için değil, diğer genel sözlükler ve alan sözlükleri için de sözlük maddesi olabilecek niteliktedir. Bu sözcüklere Karahanlı, Harezm ve Eski Anadolu Türkçesine ait eserlerde ve bu döneme ait sözlüklerde işletilmiş olduğu görülmektedir. Çalışmanın hem Türkiye Türkçesi ağız araştırmalarına hem de Karaman yöresi için yürütülecek olan ağız araştırmalarına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.Öğe Cürcânlı Üç Edîbin Klasik Arap Edebiyatına katkıları(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Olçun, Muhammet MahmutArap dili ve edebiyatının doğduğu bölge olan Arap yarımadası sınırları içerisinde olmasa da sonraki dönemlerde fetih yoluyla İslâm topraklarına katılan Cürcân kenti, İslâm tarihine bakıldığında önemli sayıda edip, şair, dilci, müfessir, fakîh, muhaddis, mütekellim, mantıkçı ve filozof yetiştirmiştir. Özelde klasik Arap edebiyatı ve Arap dili tarihine baktığımızda ise bu alanla ilgili olarak Cürcân şehrine mensup üç önemli edibin karşımıza çıktığını görmekteyiz. Bunlar; Abdulkâhir el-Cürcânî, Seyyid Şerîf el-Cürcânî ve Ebû’l-Hasen el-Cürcânî’dir. Zikredilen bu üç edip arasından Abdulkâhir el-Cürcânî ve Seyyid Şerîf el-Cürcânî son derece meşhur olmuşlar ve elde etmiş oldukları ünleri kendi bölgelerinin sınırlarını aşarak diğer İslâm bölgelerine kadar ulaşmıştır. Adı geçen iki edip, klasik Arap edebiyatı ve Arap dili ve belâğatı alanında pek çok telif eser ortaya koyarak bu alana katkı sağlamışlardır. İki edip sadece telif eser kaleme almakla yetinmemişler, kendi zamanlarından önceki dönemlerde telif edilen önemli eserler üzerine şerhler ve haşiyeler de kaleme almışlardır. Ebû’l-Hasen el-Cürcânî ise diğer iki edip kadar meşhur olmasa da özellikle klasik Arap şiirine dair yapmış olduğu çalışmalar ve ortaya koyduğu telif eserleri vasıtasıyla bu alana önemli katkılar sağlamıştır. Arap dili ve edebiyatı alanında önemli çalışmalar ortaya koyan bu üç âlimin eserlerinin günümüzde hangi eserin hangi edibe ait olduğu yönünde bir kafa karışıklığına sebep olduğu tespit edilmiştir. Bu sebeple çalışmamızda, üç edibin de hayatları hakkında kısa bilgiler sunduktan sonra klasik Arap edebiyatı ve Arap dili alanında ortaya koymuş oldukları eserlerini tespit ederek sıraladık ve bu eserlerin içerikleri hakkında kısaca bilgiler vermeye çalıştık.Öğe Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında ekofeminizmin izleri(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Alver, TolgaBu çalışmada doğa ve kadın sorunlarını birlikte ele alan ekofeminizm kavramının izleri, Yakup Kadri Karaosmanoğlu tarafından kaleme alınan Yaban romanında incelenmiştir. Kadın ve doğa arasında benzerliklerin olduğuna dair iddialar eski çağlara kadar uzanmaktadır. Çalışmamızın ilk kısmında; ekofeminizm kavramı açıklanmış, bu kavrama ait tarihsel süreçten bahsedilmiştir. Ekofeminizm kavramanın temel ilkeleri, amaçları açıklanmış; dünyada ve ülkemizde ekofeminizm eylemlerine örnekler verilmiştir. Ayrıca “düalizm” kavramı üzerinde yaşanan çatışma unsurları ortaya konulmuş ve ekofeminizme yöneltilen eleştiriler de dile getirilmiştir. İkinci kısımda ise Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun sanat anlayışından kısaca bahsedilerek, Yaban romanının konusu hakkında bilgiler verilmiş, sonrasında ise Yaban romanında ekofeminizm hususuna odaklanılmıştır. Yaban romanında yer alan kadınların doğa ile olan ilintileri karakterler üzerinden sorgulanmıştır. Yaban romanı kuşkusuz ekofeminizm unsurlarını dile getirmek amacıyla kaleme alınmış bir roman değildir. Bu çalışmada amacımız 1970’lerden itibaren yaygınlaşmaya ve edebiyat metinlerine uygulanmaya başlanan ekofeminizmin izlerini Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanına uygulamak ve bu romana farklı bir bakış açısı getirmeye çalışmaktır. Kadın ve doğa ilişkisinin Antik Yunan dönemine kadar geçmişi olduğunu düşünürsek edebiyatımızdaki muhtelif eserlerde de bu unsurun izlerini aramak çalışmamızı daha da anlamlı hâle getirecektir. Çalışmamızda romanda geçen kadın karakterler üzerine başlıklar açılmış, doğa-kadın ilişkisine değinilmiş ayrıca savaş unsurunun da ekofeminizm kavramı ile olan ilişkisi irdelenmiştir. Romanda yer alan kadın karakterlerden Emine, Fatma Kadın, Emeti, Cennet ve diğer köylü kadınların doğayla olan ilişkisi ortaya konulmuş ve örneklendirilmiştir. Sonuç olarak, ekofeminizmin kuramlaşmasından çok önce yazılan bu romanda kadın-doğa ilişkisi açısından birçok ekofeminizm izlerine rastlanmıştır. Çalışmamızda kadınların kurgusal ya da gerçek hayatta doğaya maruz kaldıkları sömürünün “kadınların özgürleşmesi ile sonlanabileceği” sonucuna varılmıştır.Öğe Hatay Yayladağı Ağzında -ık zarf-fiil ekinin kılınış işlevi üzerine(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Haşimi, Ahmetİnsan zihniyle algılanan olaylar fiil tabanıyla ifade edilir. Bir fiilin iç zamanı olarak da tarif edilen kılınış ise gerçekleşen olaylara fiil tabanında, belli sınırlara vurgu yapılması veya yapılmaması olarak bilinir. Türk dili üzerine yapılan araştırma konularının hepsi çok değerlidir. Bu konulardan birisi de fiil tabanına yansıyan kılınışın belirlenerek dil bilgisi çalışmalarında bundan faydalanılmasıdır. Kılınış konusu üzerinde ilk çalışmalar Batılı bilim adamlarınca başlatılmıştır. Dolayısıyla bu sahada Batılı bilim adamları epey bir mesafe kat etmişlerdir. Türkçe fiillerin kılınış özellikleri üzerine en önemli çalışmayı ilk defa Lars Johanson yapmıştır. Johanson ve ondan sonra kılınış üzerinde incelemelerde bulunan diğer araştırmacılar Türkçede fiilleri, kılınış bakımından ön sınırı vurgulayanlar, son sınırı vurgulayanlar ve sınır vurgulamayanlar olmak üzere üç başlık altında incelerler. Zarf-fiil ekleri, tarihi süreç içerisinde hem yapı hem de işlev olarak farklı biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. Standart dilde kullanılmayan -IK zarf-fiil eki, Türkiye Türkçesi ağızlarının bazı bölgelerinde kullanılır. İki araştırmacı tarafından Hatay/Yayladağı ağzından derlenen metinler üzerinde yapılan incelemelerde -IK zarf-fiil ekinin -Ip zarf-fiil ekiyle eş zamanlı olarak hemen hemen aynı işlevde kullanıldığı tespit edilmiştir. Derlenen metinlerde -IK eki, -Ip ekine göre daha sık kullanılmıştır. -IK zarf-fiiliyle kurulan fiil yapısında asıl fiil bazen kılınış özelliğini korumakta, bazen seri fiil yapısına geçmekte, bazen de süreklilik ifade etmektedir. Asıl fiilin kılınış özelliğini kaybettiği durumlarda -IK eki, zaman zaman fiilin kılınışına etki etmektedir. Yayladağı ağzından derlenen metin örneklerinde kılınış bakımından problemli cümlelerin bulunmaması da Türk dili açısından dikkat çekici bir husustur.Öğe Bankaların halkla ilişkiler faaliyetlerinde sponsorluk çalışmalarına verdiği önem(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2021) Durucan, Hasan; Doğru, EdaEvrensel olarak gelinen noktada, hayatımızı idame ettirdiğimiz bu zaman diliminde KOBİ’lerin, şirketlerin, kurum ya da kuruluşların kurulması, kurulduktan sonra varlıklarını sürdürmesi ve hatta büyümeleri, topluma mal olmaları için verdikleri hizmet veya ortaya koydukları ürün kadar imaj da çok önemli göstergeler arasında yer almaktadır. Bu imajı belirli periyotlarda yakalayamayan işletmeler kısa vadede olmasa bile küçülmeye hatta yerine göre varlıklarını koruyamayıp kapanmaya bile mahkûmdur. Lakin yakalanmak istenilen imaj, hem kolay hem de kısa vadede oluşabilecek bir olgu da değildir. İşletmeleri başarılı yönetmek, toplum nazarında halkın sevgisini kazanmak, belirli şan ve şöhrete ulaşmak, bunu sürdürmek uzun vadede profesyonel işlerle ve belirli bir ekip çalışmasıyla yapılır. Belirli zaman dilimlerinde, birden fazla başarılı projelerle ve yılları kapsayacak zaman dilimi içerisinde çalışmaların altına imza atmak, toplum içerisinde olumlu bir imaj oluşturabilir. Bunlar göz önünde bulundurulduğunda, tüm kurum, kuruluş, KOBİ veya büyük işletmeler belirli bir amaca yönelik icra edilen sponsorluk çalışması içerisinde hedefleri ve bütçesi doğrultusunda yer almak istemektedir. Ülkemizde de sponsorluk faaliyetlerine özellikle bankalar önem vermektedir. Müşterisine, hedef kitlesine bundan da öte topluma, insanlığa karşı bazı sorumlukları üstlenme çalışmasıyla yol izleyip pozitif kurumsal imaj yakalamak adına çaba sarf ederler. Bu bağlamda çalışmada Halkla ilişkiler ve iletişime değinilmiş, sponsorluk başlığı tanımlanarak amaçlarına kısaca göz atılmıştır. Bankaların kurum imajı oluşturmadaki yeri detaylandırılmış ve “Bankalar neden sponsor olur?” sorusuna cevap aranmış olup Türkiye Bankalar Birliği’nin şube sayısına göre kamu finans kurumu olan Ziraat Bankası, özel sektörde hizmet veren Türkiye İş Bankası ve katılım bankacılığı türünden Türkiye Finans Bankası’nın kurumsal WEB sayfalarında yayımladığı sponsorluk çalışmaları incelenmiştir.