Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Makale Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Nadir Şah-I. Mahmud düellosu: Osmanlı Devleti ve İran arasında savaş ve diplomasi (1736-1747)(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2023) Kurtaran, UğurNadir Şah ile I. Mahmud arasındaki münasebetler 1736 yılında Nadir Şah’ın İran tahtına çıkışı ile başlamış ve 1747’de ölümü ile sona ermiştir. İlgili tarihlerde taraflar arasında iki savaş ve buna bağlı antlaşmalar imzalanırken, karşılıklı olarak elçiler gidip gelmiştir. Makalede Osmanlı Devleti ile İran arasında Sultan I. Mahmud ve Nadir Şah arasında yaşanan siyasi ve askerî gelişmeler sonucu ortaya çıkan diplomatik gelişmeler ve elçilik faaliyetleri üzerinde durulmuştur. Nitekim son yıllarda diplomasi ile ilgili çalışmalar daha ziyade diplomasi aktörlerine ve aracılarına odaklanmış durumdadır. Bu noktada çalışma“Yeni Diplomasi Tarihi” kapsamında aktör odaklı bir bakış açısıyla kaleme alınmıştır. Çalışmada öne sürülen temel argüman iki devlet arasındaki siyasi ve askerî münasebetlerin taraflar arasındaki elçi kabullerine yansıması ve ortaya çıkardığı farklılıklardır. Makalede öne sürülen bu argüman 1736-1747 yılları arasında İran tarafından Osmanlı Devleti’ne gönderilen elçiler üzerinde analiz edilmiş ve buna bağlı değerlendirmelerde bulunulmuştur. İlgili değerlendirmeler döneme ait arşiv belgeleri ve kronikler üzerinden delillendirilmek suretiyle taraflar arasındaki siyasi ve askerî gelişmelerin diplomatik temsil sürecine ve bu süreç içerisindeki teşrifatî uygulamalara nasıl yansıdığı cevaplandırılmıştır.Öğe Orta Çağ’da Oğuz Muhacereti ve Türkçe(2023) Günler, MevlütOrta Çağ başlangıcından sonuna kadar göçlerin etkin olduğu bir dönem olarak dikkatleri çekmektedir. Yaşanılan hareketlilikte Türk göçlerinin etkinliği de gözlenmektedir. Nitekim Büyük Hun Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesini takip eden yıllarda başlayan Türk boylarının göç hareketliliği, batıya yönelince Kavimler Göçü olarak tarihte yerini alan büyük bir organizasyona dönüşerek günümüz Avrupa’sını şekillendirdiği gibi tarihi bir dönem olan Orta Çağ’ın da başlangıcını teşkil etmiştir. Yaklaşık altı asır sonra Oğuzların başat olduğu Peçenek ve Kıpçak Türklerinin de dahil olduğu yeni bir göç hareketliliği dikkatleri çekmektedir. Bu hareketlilik yine Avrupa’yı etkilese de özelikle nüfus hareketliliğinin Anadolu ve çevresi üzerinde yoğunlaşması ve akabinde oluşan siyasi teşekküllerle günümüzde Ortadoğu olarak nitelendirilen coğrafya ile Balkanları şekillendirmiştir. Nasıl ki kavimler göçü sonrasında Roma mirasının yerine Avrupa’da yerleşik ve konar göçer etkileşimiyle yeni bir medeniyet inkişaf ettiyse; Oğuzların etkin olduğu yeni hareketlilikle de Anadolu ve çevresi başta olmak üzere bu coğrafyada Türk-İslam Kültür ve Medeniyeti adı altında yeni bir mefkure ortaya çıktı. Bu etkileşim neticesinde gerek günlük yaşamda gerekse de devlet kademelerinde Oğuz Türkçesi de bir değişim sürecine tabi tutuldu. Arapça ve Farsça yazımlarda birkaç sözcükle başlayan Anadolu Türkçesi yazım denemeleri kısa süre sonra kendi karakterini oluşturarak Türk dünyasında ikinci bir yazı dili olarak şekillendi.Öğe Attila's Relations with the Western Roman Empire and the Plan to Invade Rome(Selcuk Univ, Inst Turkish Studies, 2023) Yurdakul, ŞenolAttila, the ruler of the European Hun Empire, like his predecessor Hun rulers, established political and military relations with both Eastern and Western Roman empires. In the context of this article, Attila's relations with the Western Roman Empire were initially built on the basis of friendship and military alliance but later evolved into a process that would lead to the occupation of Gaul and Italy. Attila's invasion of Italy also included the plan to besiege the ancient capital Rome. This article deals with the historical course of Attila's relations with the Western Roman Empire based on available sources and tries to reveal the reasons behind Attila's invasion of Gaul and Italy and the consequences of these invasions for the Western Roman Empire and European history.Öğe Prof. Dr. Kemal Çicek's VIII. behind the scenes of Tashnak Congress(İstanbul 29 Mayıs Univ & İSAM, 2023) Uca, Alaattin2-4 Mayıs 2012 tarihlerinde Erzurum Atatürk Üniversitesinde düzenlenen I. Uluslararası Türk-Ermeni İlişkileri ve Büyük Güçler Sempozyumunda Prof. Dr. Kemal Çiçek tarafından sunulan “VIII. Taşnak Kongresi: Ermenilerin Karar Anı” adlı bildiride, Dr. Bahaeddin Şakir’in VIII. Taşnak Kongresine katılıp katılmadığı hususunda şöyle eleştirilmiştim: “...Bununla birlikte İttihat ve Terakki partisi heyetinde olduğu iddia edilen kişiler hakkında bazı biyografik çalışmalar yapılmıştır. Bunlar arasında en dikkat çeken çalışmalardan birisi Dr. Bahaeddin Şakir hakkındadır. Hatırlatmak gerekirse; Dr. Bahaeddin Şakir Bey Taşnakların Erzurum’daki 8. Kongresine İttihat ve Terakki adına katıldığı iddia edilen kişidir. Nitekim onun hakkında detaylı bir doktora tezi hazırlayan Alaattin Uca’ya göre de Dr. Bahaeddin Şakir 1914 yılında Erzurum’da yapılan Ermeni Taşnak Kongresi’ne İttihat ve Terakki’nin “kâtibi mesulü” olarak katılmıştır. Hatta Uca’ya göre, Dr. Bahaeddin Şakir Bey, bu kongreye Ermenilerin Rusya ile işbirliğini önlemek ve Ruslara karşı Osmanlı Devleti’nin yanında mücadele etmelerini sağlamak gibi özel bir misyon üstlenerek katılmış, fakat bir sonuç elde edememiştir. Bu ifade tartışmasız bir şekilde Dr. Bahaeddin Şakir başkanlığında bir İttihatçı heyetin Erzurum’da bulunduğunu ve Taşnak Kongresi esnasında görüşmeler yaptığını ortaya koymaktadır. Aynı zamanda Alaattin Uca’nın bu tespiti Ermeni si- yasetçilerinin hatıratlarıyla da uyuşmaktadır. Bu durum Erzurum’daki Taşnak Kongresine İttihatçıların heyet gönderdiği tezini savunan başta Kamuran Gürün ve Salahi R. Sonyel gibi araştırmacıları doğrulamaktadır. (...)Öğe XVIII. yüzyılda Tuna Nehri kıyısında bir hububat merkezi: İsakçı ambarları(Karadeniz İncelemeleri Dergisi, 2022) Fidan, FadimanaOsmanlı Devleti, Tuna Nehri‘nin kıyısında bulunan verimli arazilerden, Eflâk ve Boğdan‘dan satın aldığı hububatı ihtiyaç durumunda kullanılmak üzere Ġsakçı ambarlarında depoladı. Tuna‘nın geçilmesi en kolay yerinde bulunan Ġsakçı‘dan gemilere hububat kolaylıkla yüklenebilmekteydi. Ġsakçı‘nın bu özelliği iskele yakınında pek çok ambarın yapılmasını sağladı. XVIII. yüzyıl boyunca Ġsakçı‘da tahrip olan, yeniden inĢası gereken ya da hububat depolamada yetersiz gelen ambarların inĢa faaliyetleri süreklilik arz etti. Ambar inĢası bölgede pek çok insan için ekonomik bir kaynak oldu ve bu inĢa faaliyetleri yoğun bir organizasyonu beraberinde getirdi. Bu çalıĢma XVIII. yüzyılda Ġsakçı‘daki ambar inĢa faaliyetleri hakkında bilgi vermekte ve burada stoklanan hububatın sınırda özellikle Rus tehdidi altındaki Karadeniz kalelerine gönderilmesi üzerinde durmaktadır. Böylelikle devletin sınırları koruma altına alırken iaĢe anlamında askerin sıkıntı çekmesinin önüne geçmek için yoğun bir çaba içinde olduğu vurgulanmaktadır.Öğe Ohri Gölü’nün sosyal ve ekonomik hayata etkisi (1853-1903)(Pamukkale Üniversitesi, 2022) Durdu, MustafaOhri Gölü, bugün Kuzey Makedonya ve Arnavutluk sınırları içerisindedir. Rumeli’de önemli bir balıkçılık merkezi olan göl, Osmanlı devrinde taşkınlar ve balıkçılıkla bilgili bazı problemlerle gündeme gelmiştir. Göl kıyısında Ohri, Ustruga (Struga) ve İstarova adlı önemli şehir ve kasabalar bulunmaktadır. Bu çalışmanın iki temel amacı vardır. İlki, “Ohri Gölü etrafında yaşayan ahalinin maruz kaldığı taşkınların önlenmesi için nasıl bir yöntem izlenmiştir?”, sorusunun cevabını bulmak; diğeri de yöre halkının temel geçim kaynağı olan balıkçılıktan tahsil edilen vergilerin tahsilinde uygulanan iltizam sistemine ahalinin tepkisini ve ortaya çıkan sorunları tespit etmektir. Ohri Gölü’ndeki balıkçılık hâsılatının potansiyelini de bunlara ilave edebiliriz. Balıkçılık resimlerinin tahsili konusunda yöre halkı, iltizam sisteminden memnun değildir. Ahalinin isteği, hasılatın 5’te 1’i karşılığında balıkçılığın serbest olmasıdır. 1891 yılında Ohri Gölü’nden elde edilen balık vergisi, ülke genelindeki toplam balık gelirinin yaklaşık %5,60’ını oluşturmuştur. Çalışmamızda büyük ölçüde Osmanlı arşiv belgelerinden yararlanılmıştır. Bunun yanında diğer kaynaklara da müracaat edilmiştir.Öğe 18. yüzyılın ilk yarısında Larende’de sorunlar (1 numaralı Karaman Ahkâm Defteri’ne göre Larende’den merkeze yansıyan şikayetler)(Gaziosmanpaşa Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Dursun, KübraDivân-ı Hümâyûn’da tutulan defterler arasında yer alan Ahkâm Defterleri içerisinde; köylülerin aralarında ortaya çıkan arazi anlaşmazlıkları, vakıflarla alakalı meseleler, soygunlar, alacak verecek davaları, mal gaspı, idarî ve askerî yetkililer hakkındaki şikâyetler gibi çok çeşitli konuları barındırır. Ahkâm Defterleri, çalışma yapılacak bir bölgenin idarî, sosyal ve ekonomik konularıyla ilgili önemli bilgileri elde edebileceğimiz zengin kaynaklar arasında yer almaktadır. Karaman Ahkâm Defterleri de diğer pek çok eyalet gibi 1742 yılından itibaren tutulmaya başlanmıştır. 1878 yılında son bulan bu seri toplam 39 adet defterden oluşmaktadır. Karaman Ahkâm Defterleri’nde Konya, Beyşehir, Nevşehir, Kayseri, Niğde, Aksaray, Larende ve Akşehir kazalarına ait hükümler bulunmaktadır. Bu çalışmada 1742-1745 yılları arasında Larende başta olmak üzere etrafında bulunan köylere ait pek çok farklı konuyu barındıran davaların tasnifi, analizi ve değerlendirmesi yapılmıştır. Böylece merkez-taşra ilişkileri çalışmalarına mütevazı bir katkı sunulması amaçlanmaktadır.Öğe One name, two women, two foundations one year: A brief overview of Tokat and Trabzon Gulbahar Khatun foundations in 1592(Selçuk Üniversitesi, 2023) Dursun, KübraWhen Ottoman harem women are mentioned, a few women with strong influence come to mind. However, in the Ottoman Empire, which was a long-lived state, there were hundreds of women who lived with different titles. In the harem circle, excluding those who stand out for any reason, the most well-known are the women who have their own foundations. In this study, foundations built in the name of two women who lived in periods when women were less active in state administration are examined. Moreover, these women have the same name as well as the bride and mother-in-law. One of them is Bayezid II's mother is Gulbahar Khatun, and the other one is Yavuz Sultan Selim's mother, Gulbahar Khatun. One of the common points of Gulbahar Khatun is the foundations built on their behalf by their sons. The work of having a foundation built in her name is one of the most basic ways for a person to become more visible in the public sphere, and one of these foundations was built in Tokat and the other in Trabzon. In this study, the relations of both foundations, which were built by their sons for the benefit of their mothers, with the peripheries of the regions where they established, and the roles they played in the development of the cities, will be tried to be revealed through the accounting records recorded in the 1592-93 fiscal period. In addition, in the same year, the economic potentials of the two foundations will be tried to be understood by comparing the income units and amounts of the foundations in different places, the expenditure items and the prices of the food products purchased in their kitchens. Starting from this point, it is aimed to evaluate Ottoman women's philanthropy in the triangle of foundation-citypeopleÖğe British-American Protestant Missionaries and Ottoman Politics in Suveydiye (1846-1923)(Turkish Historical Society, 2023) Kiremit, İlkerAn example of missionary activities in the Ottoman Empire was experienced in Suveydiye, which is known today as Samandag. The mission center established here since the middle of the 19th century by the English doctor William Holt Yates and his wife is considered to be the first example of Protestant missionary work in Suveydiye. This center came under the control of American missionaries in the last quarter of the same century. The Reformed Presbyterian Church of North America endeavored to advance the work in Suveydiye, trying to improve its relations with the Christian and, more importantly, the Nusayri people of the region. The historical building, known as the English Protestant School, which still exists today, bears the traces of these activities in relation to both successive missionary sections. The aforementioned building and the other building, which could not reach today, created a space for the missionary activities here. In this study, besides the details related to the work of the mentioned Protestant missionaries, the political attitude of the Ottoman administration especially in terms of the Nusayri people and the reflections of the policy they carried out will be emphasized. In this way, it is thought that in relation to the above-mentioned historical building, it will contribute to the history of the region. The information and visual materials in the other texts coming from the same channel with the missionary records, which provide rich and detailed data, as well as the memoirs, which are evaluated in detailed examinations about our work, have been important. In addition, Ottoman official records, provincial annals and partially used press archive have a complementary importance. In addition to the aforementioned sources, the interviews conducted in the field and of course the referenced research works also enabled the study to reach its conclusion by taking on a concrete structure.Öğe Diplomatik münasebetler açısından Hz. Muhammed’e gelen elçilerin geliş nedenleri ve görüşmeler esnasındaki tutumları(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2023) Kapar, Mehmet Aliİslam devletleri dış politikalarını belirlerken Hz. Muhammed’in temellerini atmış olduğu İslam devletini oluştururken izlemiş olduğu temel siyasetini ve diplomatik ilişkilerini iyi anlamaları gerekmektedir. Hz. Muhammed’in Hicret’inin akabinde şekillenmeye başlayan İslam devleti, siyasî, askerî ve içtimaî başarılar elde etmiştir. Bu başarıların sonucunda da Resulullah, daha rahat hareket ederek Arabistan yarımadasının en uç noktalarına kadar irtibata geçebilmiş, hatta Doğu Roma İmparatorluğu başta olmak üzere diğer büyük devletlerle de diplomatik temaslarda bulunabilmiştir. Bu temaslar kısa süre sonra meyvelerini vermeye başlamış ve başta Arabistan geneli olmak üzere pek çok coğrafyadan kabile ya da devlet temsilcileri Hz. Peygamber’i ziyarete gelmişlerdir. Böylelikle İslam Diplomasi geleneğinin de temelleri atılmıştır. Fakat bu gelen heyetlerin Resulullah’ı ziyaret amaçları farklılıklar göstermektedir ve geliş amaçlarını tek bir nedene bağlamak mümkün değildir. Temel nedenler; Resulullah’ı tanımak, İslam’a girmek, daha önceden Müslüman olanlar için İslam’a girişlerini bildirerek tabiiyetlerini sunmak ve antlaşmalar imzalamaktır. Bunların yanı sıra iktisadî nedenlerle gelenler bulunduğu gibi, siyasî münasebet kurmak, esirlerini kurtarmak, suikast tertip etmek gibi amaçlarla gelenler de mevcuttur. Ehl-i Kitap ise genel olarak antlaşma yapmak ve tabiiyet bildirmek amaçlı heyet göndermiştir. Fakat bu genellemelerin yanı sıra heyetlerin gelişlerini tetikleyen diğer etkenler de bulunmaktadır. Çalışmada Hz. Peygamber’in kendisine gelen heyetlerle görüşmeleri ekseninde heyetlerin talepleri, onlarla görüşmeler esnasındaki hem Hz. Peygamber’in üslubu hem de heyetlerin tutumları ve yaşanan gelişmeler ortaya konulacaktır. Ayrıca çalışmada Hz. Peygamber’e gelen heyetlerin geliş amaçları ve görüşmeler esnasındaki tutumları dönem kaynakları çerçevesinde ele alınarak geliş amaçları kategorilere ayrılıp karşılaştırmalar yapılarak ortaya konulacaktır.Öğe Ottoman state between Arabism and Hellenism: The crisis of the Greek orthodox patriarchate of jerusalem (1908-1914)(Istanbul 29 Mayis University - ISAM, TDV Centre for Islamic Studies, 2023) Arslan, MelikşahThis article deals with the last phase of a process which turned into a crisis that eroded common religious values of Orthodox Arabs and Greeks, including elements of Rum millet, with an approach including the role of the Ottoman administration in the crisis management. This process, which expressed the struggle of Arabs to participate in the administration of the Greek Orthodox Patriarchate of Jerusalem by creating social unrest during the second half of 19th century, radicalized the attitudes of Greek clergy as defenders of Greek characteristics of the Patriarchate while nurturing local Arab nationalism. The declaration of Kanun-ı Esasi in 1908 provided not only a legal basis for the demands of Arabs but also included Ottoman administration together with all its central and local institutions in the reemerging conflict more than ever. Despite feelings of freedom and equality brought about by constitutionalism, the Ottoman approach on the issue stayed traditional. In other words, while preventing the Patriarchate from turning into a ‘national church’ for Arabs, the Ottoman administration aimed to repress the corruption of Greek clergy by giving the parish council the right to supervise some duties of the Patriarchate. Finally, supervising implementation of decisions, as the political arbiter, the Ottoman administration managed to balance the disputed parties in line with ‘state interests’. © 2022, Istanbul 29 Mayis University - ISAM, TDV Centre for Islamic Studies. All rights reserved.Öğe Determination of the Ottoman-Polish borders according to the Treaty of Karlowitz(2022) Kurtaran, UğurThe borders that separate the territories between the two states are crucial in the conduct of interstate relations. As a matter of fact, border disputes between states can cause violent conflicts. For this reason, various approaches for determining the borders between states in the historical process have been devised and deployed. Since its founding, the Ottoman Empire, one of the most prominent empires in history, has utilized various methods in determining the borders. These methods, which change periodically, are devised in accordance with the provisions of the treaty with the states to draw borders and the region's geographical characteristics. The content and application of border determination procedures, which are also a diplomatic issue, are essential in understanding the process between the two states. The article focused on the Ottoman-Polish frontiers, which were altered by the Treaty of Karlowitz, to illustrate the Ottoman Empire’s border determination processes through a concrete example. With the treaty, the Ottoman Empire lost large-scale land for the first time in its history, forcing it to cede Ukraine and Podolia to Poland-Lithuanian Commonwealth. Following the signing of the treaty, efforts to finalize the new borders established by the treaty began through border restriction commissioners appointed by both parties. After the negotiations, the new borderline was determined and finalized. In this regard, the research aims to answer questions about how the Ottoman-Polish borders were decided, which were altered following the 11 articles signed with Poland in the Karlowitz Treaty. Accordingly, the principles applied in determining the borders between the parties and the determinations and evaluations of the new borders formed after the agreement constitute the main problem of the study.Öğe Nüfus ve temettüat defterlerine göre Çirmen kazası Kovancılar ve Gölcük köyleri (1844-1845)(Selçuk Üniversitesi, 2022) Durdu, MustafaOsmanlı tarih araştırmalarında, XIX. yüzyılda tertip edilmiş olan nüfus ve temettüat defterleri, sosyal tarih ve ekonomi tarihi çalışmalarında önemli veriler sunmaktadır. Bu makalede, Osmanlı Rumeli’sinde önemli bir kaza olan Çirmen kazası içerisinde bulunan ve bir Müslüman köyü olan Kovancılar ile gayrimüslim (zimmî) köyü olan Gölcük’ün demografik ve sosyal yapısı ile ekonomik vaziyeti, karşılaştırmalı olarak tetkik edilmiştir. Kullandığımız temel kaynaklar, adı geçen köylerin nüfus ve temettüat defterleridir. Buna göre 26 haneli Kovancılar köyünün temel geçim kaynağı, tarım ve hayvancılıktır. 14 haneli olan ve daha yüksek gelire sahip gayrimüslim Gölcük köyünde ise en önemli geçim kaynağı kömürcülüktür. Tanzimat’ın getirdiği yeni vergi sistemine uygun olarak her iki köyden de şer’î vergiler dışında vergi-yi mahsûsa adıyla bir vergi tahsil edilmiştir. Tanzimat’ın, herkesin gelirine göre vergi verme prensibinin Rumeli’deki bu iki köyde uygulandığı görülmüştür. Nüfusu daha az olan Gölcük köyünün toplam yıllık geliri, Kovancılar köyünden daha yüksektir. Gölcük köyü, toplam yıllık gelirin çoğunluğunu kömürcülükten elde etmektedir. Oysa Kovancılar köyünde toplam yıllık gelirin yarıdan fazlası, tarım ve hayvancılıktan sağlanmaktadır.Öğe Yönetime etkileri bağlamında üç iktidar ve üç kadın: Terken hatun, hayzürân, eleanor of aquitaine(Selçuk Üniversitesi, 2022) Kapar, Mehmet AliSince the first ages, women have fought for existence in every field. In general, with the development of civilizations, a huge gap has emerged between men and women who instinctively share everything since their existence, especially in the field of administration. In time, male-dominated societies emerged, and women remained in the background in the administration, and male dominance established a general dominance over women. But women who have not given up their struggle have been able to break this situation in natty periods and have gained a place in all parts of society. With the formation of societies, the ruling classes emerged, and the ruling and managed classes were born. Although there are some societies that are rarely managed by women, in general, the government has been in the hands of men. In this case, even if the woman could not intervene directly in the administration, she intervened indirectly. This effect of women on management has changed according to time, place, and societies. In cases where the woman could not be directly in the country's administration, they realized their influence through their husbands. In particular, the monarch's wives not only acted on their own husbands to ensure the continuity of their activities in the administration, but also fought for their children to become rulers in the future. They tried to establish an order between their children that would make them comfortable, they have struggled to have their chosen child he the ruler. The most important factor in this effect is the customs, traditions, and understandings of the societies they belong to. Because beliefs, traditions and customs, social values have also determined the spheres of influence of women. In this study, the effects of monarch wives belonging to three different geographies -West Asia and the Middle East, Europe- and three different nations - Arabs, Turks, Franks - on management will be examined and similar and different aspects of their effects on management will be tried to be revealed by applying the comparison method. When studying the wives of rulers, sources of the period will be considered centrally.Öğe Nüzul emini El-Hâc Ahmed Ağa’nın serveti örneğinde 18. yüzyıl İstanbul’unda zengin olmak(Selçuk Üniversitesi, 2022) Fidan, Fadimana18. yüzyıl savaşların, toprak kayıplarının, iç borçlanmanın ve yeniliklerin yaşandığı bir dönem oldu. Özellikle savaşlardan doğan mali bunalım nedeniyle paraya duyulan ihtiyaç hem merkezde hem de taşrada servet sahiplerinin askerî kadrolarda yer almasını sağladı. Bir süre kendisinden yararlanılan bu kişilerden bazılarının malları yine mali nedenlerle devlet tarafından el konuldu. Ahmed Ağa da 1736-1739 yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-Rus Harbi’nde nüzul emini olarak görevlendirilmişse de daha öncesinde İstanbul’da faal bir tüccar, elde ettiği sermayeyi kırsalda ve şehirde yatırım yapmış emlak zengini bir adam, çuka kârhanesi nazırı, bir mültezim ve dağıttığı vadeli borçlarla bir bankerdir. Yüzyılın birçok özelliğini gösteren Ahmed Ağa’nın bu serveti nüzul emini olmasını sağlamış ancak savaşın bitimini göremeden 1737’de vefat etmiş ve akabinde malları devlete borcu olduğu ifade edilerek müsâdere edilmiştir. Bu çalışma savaşı, barışı ve İstanbul’daki devlet yatırımlarını görmüş bir adamın nüzul eminliğini irdelemekte, bu göreve getirilemeden önce nasıl yaşıyordu ve niçin bu göreve getirildi? soruları üzerine yoğunlaşmaktadır. Bu örnek sayesinde hem 18. yüzyılın çok özellikli bir bireyi tanıtılacak hem de devletin zengin kesimlerden yararlanma şekli ortaya konulacaktır.Öğe 18. Yüzyıl Tekirdağ’ında Sirozî Mustafa Ağa’nın damadı Veli ve kızı Hatice örneğinde statü-servet ediniminde aile bağlarının rolü(2021) Fidan, FadimanaTekirdağ, Trakya bölgesinin hububatını İstanbul’a ulaştıran limanıyla dikkat çeken bir şehir. Hububatın İstanbul’a sevk edilmesi işinde çoğu zaman bostanî hasekilerden mübaşir olarak yararlanılmıştır. 18. yüzyılda da bostanî hasekilerden yararlanılmakla beraber bu dönemdeki en önemli fark hasekilerin daha çok servet sahibi ailelerden çıkıyor olmasıdır. Onlardan biri olan Sirozî Mustafa Ağa, 18. yüzyılda İstanbul’un iaşe ihtiyacının karşılanmasında önemli görevleri yerine getirmiş bir a’yândır. Ticarethaneleri, çiftlikleri ve vakıflarıyla devletin ve ahalinin tanıdığı biridir. Sadece Tekirdağ’da değil aynı zamanda İstanbul’da da tanınmaktadır. Zira kendisi Mustafa Paşa’nın torunu ile evlidir. Bu akrabalık ve zenginlik ona zahire mübaşirliği, Edirne Bostancıbaşılığı gibi görevlerin verilmesini sağlamıştır. Ancak serveti ve statüsünü emanet edeceği bir oğlu olmadığından damatları kendisine verilen görevleri devam ettirmiştir. Kızlarından birini Tekirdağlı başka bir a’yânın tek oğluyla, diğerini yine a’yân olarak belirtilen bir haseki ile diğer kızı Hatice’yi ise Habib Ağa oğlu Veli ile evlendirmiştir. Sirozî, damatlar içinden Veli’nin önündeki hem isim hem kariyer hem de servet açısından en iyi örnektir. Nitekim Veli, Hatice ile evliliği neticesinde Tekirdağ’ın zenginlerinin arasına girebilmiş, zaman içinde kayınpederinin görevlerine getirilmiştir. Çalışma Mustafa Ağa’nın servetinin bir kısmını tasarrufunda bulunduran damadı Veli ve kızı Hatice üzerinde yoğunlaşmakta, karı-kocanın devraldıkları servetleri, yaşam standartları anlatılmakta ve bu servet etrafındaki ilişkiler ağına değinilmektedir. Makale, 18. yüzyılın statü-servet ilişkisinde ailelerin rolüne mikro ölçekte katkı sağlamayı hedeflemekte olup hem Tekirdağ’ın aile tarihine katkı sunulacak hem de Osmanlı toplumunda ilişkiler ağına bir örnek oluşturacaktır.Öğe Cizye Defterine göre Ferecik kazasında Kıptîler ve gayrimüslimler (1848)(2021) Durdu, MustafaCizye defterleri, bir yerleşim yerinde sâkin cizye mükellefi gayrimüslim ve Kıptîler hakkında veriler sunan önemli vesikalardır. Bu makalede, Osmanlı Arşivinde bulunan Maliye Nezareti Varidat Muhasebesi Cizye Defterleri fonundaki 932 numaralı cizye defterine göre, Edirne eyaleti içerisindeki Ferecik kazasında sâkin cizye mükellefi Kıptî ve reayanın demografik, sosyal ve iktisadî durumları analiz edilmiştir. Buna göre Ferecik kazasında yerli ve yabancı toplam 3602 cizye mükellefi reaya ile 146 cizye mükellefi Kıptî yaşamaktadır. Reaya ve Kıptî mükelleflerin kahir ekseriyeti 11-30 yaş aralığındadır. Her iki kesimin de çekirdek tipi bir aile yapısına sahip oldukları görülmüştür. Ödedikleri cizye sınıfına göre, mükelleflerin orta seviyede bir gelire sahip oldukları anlaşılmıştır. Makalede adı geçen cizye defterinden başka nüfus defterleri ve diğer bazı kaynaklardan da istifade edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Ferecik, Cizye, Ekonomi, Demografi, Gayrimüslim.Öğe ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu ve Yahudi lobiciliği (1975)(2021) Çelik, MehmetTürkiye, NATO bünyesinde ortak güvenliğini güçlendirmek ve bölgesel savunmasına destek sağlamak maksadıyla 1954 yılında çıkarılan kanunla Amerika Birleşik Devletleri ile karşılıklı işbirliği dengesi kurmuştur. Türkiye, Waşington Antlaşması kapsamında savunmaya yönelik olmak suretiyle muhtelif yerlerde ABD'ye bazı imkânlar tanırken askerî envanter ve eğitim alanlarında da ABD’nin yardımlarından yararlanmıştır. Ancak 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında ABD’de Türkiye aleyhinde kampanyalar yürütülmüştür. Bu kampanyalar neticesinde Türkiye, ABD Kongresinde bazı etnik grupların girişimleriyle NATO ittifakına uymayacak yaptırımlara maruz kalmıştır. Kıbrıs meselesi ve Türk -Yunan ihtilâfındaki meseleler üzerinden politik bakımından Türkiye’yi zor durumda bırakmak, Türkiye'nin Amerikan yapımı teçhizata bağımlı olan Türk savunmasını sınırlandırmak ve hatta dondurmak amacıyla Türkiye’ye 1975 yılında silah ambargosu uygulanmıştır. Ambargo kararına Türkiye’de siyasi, askeri ve sivil çevreler, sert tepki göstermiştir. Dönemin Türk Hükümeti tarafından Ambargo kararına misilleme olarak İncirlik dışında Türkiye’deki bazı tesislerin faaliyetleri durdurulmuştur. ABD kongresinde alınan bu Ambargo kararının arkasındaki en büyük itici güç, şüphesiz Yunan Lobisi olmuştur. Ancak bu etnik lobi dışında bu karara destek veren ABD’deki diğer en büyük etnik lobi olarak bilinen Yahudi lobisi, dikkatlerden kaçmıştır. Yahudi Lobisinin İsrail’in Türkiye ile olan ilişkilerini zor duruma sokacak bu kampanyaya destek vermesi, dönemin siyasi otoriteleri tarafından ön görülmemiştir. Diğer taraftan bu kararın Yunanistan'ın askerî bakımından rahatlamasını ve Ege Denizinde hava ve deniz üstünlüğünü sağlamasına da imkân yaratacak bir karara Yahudi lobisinin destek vermesi şaşkınlıkla karşılanmıştır. Yahudi lobisinin bu karara destek vermesinin Türkiye’nin Arap dünyası ile ilişkilerinden mi yoksa ABD’nin İsrail’e rağmen Arap dünyası ile işbirliklerinden mi kaynaklandığı soruları da cevapsız kalmıştır. Bu çalışmada 1975 yılında yaşanan bu olayları, tespit edebilmek için dönemin İngiliz Dış İlişkiler Ofisi’nin resmî yazışmaları, Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyet Senatosu ve TBMM tutanakları dönemin basını gözden geçirilerek bu sorulara cevaplar aranacaktır.Öğe İsyanları sebebiyle bazı Arnavutların Anadolu'ya sürgün edilmelerine dair sosyo-politik bir inceleme (1847-1851)(Selçuk Üniversitesi, 2020) Durdu, MustafaToskalık olarak bilinen Güney Arnavutluk'ta Tanzimat'ın vergi ve askerlik ile ilgili yeni uygulamalarından rahatsız olan Arnavut bey ve ileri gelenlerinin tahrikleri ile 1847 yılında bir isyan zuhur etmiştir. İsyan bastırıldıktan sonra yakalanan asiler, İstanbul'da Tersane-i Amire'de suçlarının derecesine göre kürek cezalarına çarptırılmıştır. Cezalarını tamamlayanlar da Anadolu'nun muhtelif yerlerine sürülmüşlerdir. İsyanda tahrikçi oldukları gerekçesi ile bir kısım Arnavut bey ve ileri gelenleri de Konya'da zorunlu iskâna tabi tutulmuştur. İleri gelenlerin memleketleri ile ilişkilerini tamamen kesmek ve temelli olarak Konya'da yerleşmelerini temin etmek maksadıyla memleketlerinde bulunan mülklerinin sattırılması yoluna gidilmiştir. Ayrıca memleketlerinde kalan ailelerinin de Konya'ya gönderilmeleri için harekete geçilmiştir. Bu konuda, Rumeli Müşiriyeti ve Yanya Valiliği ile Bâbıâlî arasında yoğun bir yazışma trafiği yaşanmıştır. Aileler, yanlarında memurlar olduğu hâlde Anadolu'ya doğru yola çıkarılmıştır. Fakat güzergâh üzerinde kolera salgını sebebiyle ailelerin bir süre Tırhala ve Yenişehir'de tutulmaları kararlaştırılmıştır. Daha sonra, bazı aileler de Selanik'e götürülmüştür. Konya'da bulunan Arnavut ileri gelenleri ve Anadolu'nun çeşitli yerlerinde bulunan diğer sürgünler, sık sık dilekçeler takdim ederek memleketlerine dönmek istediklerini ifade etmişlerdir. Bâbıâlî, yaklaşık üç yıl sonra, Güney Arnavutluk ile ilgili politika değişikliğine gitmiş ve Tepedelenli Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa'yı Yanya'ya vali olarak tayin etmiştir. Daha sonra, ilk etapta hâlâ Selanik, Tırhala ve Yenişehir'de bulunan ailelerin memleketlerine dönmelerine izin verilmiş, kısa bir süre sonra da Konya'da bulunan ileri gelenlere af çıkmıştır. Böylece 1851 yılına gelindiğinde Arnavut ileri gelenleri, memleketlerine dönmüşlerdir. Bu makalede yukarıda bahsedilen hadiseler, devletin bu konudaki politikası ve sürgünlerin sosyal ve psikolojik durumları, Osmanlı arşiv belgeleri ışığında analiz edilerek bir sonuca ulaşılacaktır.Öğe İkinci Dünya Savaşı’nda Türk gazetecilerin Londra ve Berlin gezileri ve izlenimleri (1939-1942)(2020) Yüksel, Erol; Satı, Sevgiİkinci Dünya Savaşı başlangıcı, gelişimi ve sonuçları itibariyle birçok ülkeyi olduğu kadar Türkiye’yi de etkilemiştir. Muharip etkileri olmasa da özellikle dış politikasına yön veren birçok unsur, savaşın bu etkilerinden özellikle nasibini almıştır. Bu çerçevede savaş dönemi basını, bu etkilere yön veren bir propaganda aracı olarak öne çıkmıştır. Bir başka ifadeyle denge politikasıyla savaş dışı tutumunu kararlılıkla sürdüren ve muharip devletlerle ilişkilerine devam eden Türkiye, basını denetimli bir şekilde iç ve dış politikasında etkin şekilde kullanmıştır. Bu doğrultuda savaş dönemi Türk basınının önde gelen kalemleri, İngiltere ve Almanya’ya davetle ya da seçilerek geziler yapmışlardır. Türkiye’nin gerek savaşın başlangıcı ve gelişiminde tutumunu etkilemek gerekse muharip lider devletlerin propaganda hedefleri doğrultusunda olduğu anlaşılan bu seyahatleri incelemek önemlidir. Bu makalede öncelikle savaş öncesi Türk basınının genel durumu, telif ve tetkik eserlerden istifade edilerek tanıtılmıştır. Daha sonra savaş öncesi Londra, Batı Cephesi günlerinde yeniden Londra, 1942 Berlin ve 1942 Londra gezileri, dönemin basını ve sonraki yıllarda hatıratlara yansıyan bilgiler ışığında değerlendirilmiştir. Ayrıca çalışmada Türk gazetecilerin 1939 ve 1942 yılları arasında yaptıkları Londra ve Berlin gezileri hakkında bütünsel bir bakış ortaya konmaya çalışılmıştır. Gezilere katılan gazetecilerin görüş ve izlenimleri, İkinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’nin muharip devletlerle olan ilişkilerinin daha iyi anlaşılmasına katkı sunacaktır.