Edebiyat Fakültesi,Felsefe Bölümü, Makale Koleksiyonu

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 20 / 20
  • Öğe
    Cumhuriyetin 100 Yılında Türkiye’de Psikiyatriyi Şekillendiren 12 Psikiyatr
    (2023) Can, Kazım Cihan; Erkoç, Şahap; Gözütok, Tarık Tuna; Kayır, Arşaluys; Kılıç, Cengiz; Tükel, M. Raşit; Uluğ, Berna D.
    Bugün Türkiye Psikiyatrisi varsa bunu oluşturan insanlar kim? Bu gözden geçirme yazısı, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yüzyılında Türkiye’de psikiyatriyi şekillendiren 12 psikiyatrı tanıtıyor. Yazı Türkiye’de akademik psikiyatriyi kuran nöropsikiyatr Raşit Tahsin’i, etkisi Türkçe’de kendi ile ilgili deyim ürettirmiş, kurduğu kurumlarda yaşayan Mazhar Osman’ı; Türkiye’de nöropatolojinin kurucusu, viral ensefalit araştırmalarında tarihi isim İhsan Şükrü’yü; siyasi kariyeri ve alkol-sigara mücadelesi ile meşhur Fahrettin Kerim Gökay’ı; Ankara psikiyatrisinde bir yapı taşı olan, cemiyet insanı Giritli Rasim Adasal’ı; ayak bağı- toprağı olan Anadolu’ya psikodramayı öğreten Abdülkadir Özbek’i; psikanalizi Ankara’dan Türkiye’ye yayan Leyla Zileli’yi; Dergi ile Dernek ile Hacettepe ile bir kurucu olan Orhan Öztürk’ü; toplumda şöhretli, devlet bürokrasisinde etkin bir isim olan Ayhan Songar’ı; psikiyatrinin toplumdaki güleç yüzü, sözü dinlenen hoca Özcan Köknel’i; DSM III ile çağdaş psikiyatrinin önce Bakırköy sonra Türkiye’de yerleşimi için mücadele eden Oğuz Arkonaç’ı; psikosomatik alanında ilerlemiş, Türkiye’nin ilk kadın psikiyatri akademisyenlerinden Günsel Koptagel- İlal’ı okuyucuya tanıtmayı hedefliyor. Her listede olduğu gibi bu listede de mutlak mutabakat olmayacağını biliyoruz, daha geniş bir seçkiyi önümüzdeki yıl kitap halinde basılmak üzere hazırlıyoruz. Türkiye Cumhuriyetinde psikiyatriyi beraber oluşturduğumuz bilinci ve bu makaleyi okuyan meslektaşlarımızdan biri ya da daha çoğunun önümüzdeki yüzyıl başındaki seçkide yer alması ümidiyle seçkiyi beğeninize sunuyoruz.
  • Öğe
    Osmanlılarda sözdebilim tartışması: Spiritüalizm örneği (1910)
    (2023) Gözütok, Tarık Tuna
    Bilim ile bilim dışı ya da sözdebilim/sahte-bilim arasındaki ayırımı tespit edebilmek adına çoğunlukla sınır belirleme problemine başvurulmuştur. Bilimin sınırlarına dair görüşlerin kökenleri her ne kadar Aristoteles’e dayandırılabilse de sistematik bir biçimde tartışılması XX. yüzyılın ortalarında hız kazanmıştır. Ancak henüz sözdebilim kavramı bilim felsefecileri arasında bile yaygınlaşmadan önce Osmanlılardaki belirli birkaç isim ispirtizma/spiritizma olarak adlandırılan spiritüalizm akımının bilim ile bağdaşamayacağını iddia etmişlerdir. Günümüzden geçmişe bakınca bahsi geçen öncü itirazların bilim açısından değerleri anlaşılmaktadır. Temelde metafiziksel bir karşı duruş içeren bu önemi haiz itirazların mahiyeti bilim felsefesi açısından kısıtlı bir değerlendirilmeye tabi tutulacaktır. Bu türden bir analize başlamadan önce spiritüalizmin ortaya çıkış hikayesinden kısaca bahsedilecektir. Ayrıca bu akımı Osmanlılarda tanıtan metinlere, sadece konunun daha net anlaşılmasına yardımcı olması bakımdan değinilecektir. Bu kısa tanımların ve girişin ardından spiritüalizmin bilimsel olmadığını 1910 yılındaki yayınlarında savunan Osmanlı hekimlerinden dördünün yani Kemal Cenap [Berksoy], Orhan Tahsin Bey, Nazifi Şerif [Nabel] ve Mazhar Osman [Uzman]’ın argümanları incelenecektir. Son olarak, bahsi geçen öncü isimlerin öngörülerinin ardında yatan muhtemel nedenler, anakronizm yanılgısını hesaba katarak, bilim felsefesinin kavramsal perspektifinden irdelenecektir.
  • Öğe
    Ontolojiden epistemolojiye pratik hikmet merkezli bir okuma
    (Ensar Neşriyat Ticaret A.Ş., 2022) Köysüren, Aliye Çınar
    Bu makale, ilkin Aristoteles’in pratik hikmet (phronesis) kavramı ile yine onun nefs teorisinin, aynı anlatının iki farklı yüzü olduğunu göstermeyi hedefler. Sonra modern düşünce anlatısının Varlık’tan dolayısıyla ontolojiden bilgi teorisine nasıl kaydığını takip etmeyi, Aristoteles’in nefs teorisi üzerinden okumayı dener. Aristoteles pratik hikmet (phronesis) kavramında, düşünce erdemiyle karakter erdemini; düşünsel olan ile dini veya mitsel olanı; idrak gücüyle motivasyon/hareket yetisini; ontolojiyle epistemolojiyi birleştirebilmiştir. Bu düşünce, ontolojinin içinde değerin kök saldığını, ahlak da varlığı büyüttüğü varsayımına dayanır. Dahası hareket gücünden bağımsız salt düşünce odaklı etiği veya doğal ahlakı da iptal eder. Değerler, sadece varlıkta görünür olur. Bu nedenle olmalı ki Paul Tillich “Varlık, değeri önceler, ancak değer varlığı tamamlar, demektedir. Varlık ve varoluşun katmanlı ve çok boyutluluğu anlamına gelir bu. Yine Tillich, “bilge olmak için iyi olmanın gereğine” işaret ederek, bilgi ve değeri birleştirir. Hareket motivasyonu sorunlu olan bir varoluş, düşünce erdemi bakımından da noksan kalacaktır. Bilme, salt düşünceye dönük değildir, aynı zamanda eylemseldir, çünkü o iyi olmayı gerektirir. Nitekim Grek düşüncesinde de “ahlâk ve bilişsellik ayrı değildir.” Esasında ahlak salt düşünsel değil eylem boyutu olduğu için ve irade etkin olacağından insan varoluşunun düşünce erdemi yanında, karakter erdemini de işin içine dâhil etmek ister.
  • Öğe
    Atom teorileri paradigma değişimi açısından değerlendirilebilir mi?
    (Kaygı. Uludağ Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Dergisi, 2022) Başaran, Vural; Gözütok, Tarık Tuna
    Atom is one of the most controversial and interesting subjects of first natural philosophy and natural sciences. It has preoccupied people's minds since ancient times. This historical adventure, which started with the ancient Greek atomism and Muslim scholars in the Middle Ages also contributed to ideas of atom. Since atomism was far from the possibilities of experimentation in the early periods, it was tried to be proved by rational reasoning. XIX. In the 19th century, the concept of the atom has become one of the fundamental phenomena of modern science. By the 20th century, it was understood that this fundamental particle, which was thought to be indivisible, could be divided into more fundamental parts, thanks to both experimental evidence and scientific and technological developments. In fact, thanks to the atom, energies that could not even be imagined before having begun to be obtained. In this study, first, the historical journey of the atomic ideas will be briefly discussed. And the Kuhnian approach, which deeply affected the history of science studies in the second half of the 20th century, will be examined. For this, the concepts of paradigm and non-comparability will be discussed. Then, the place of this Kuhnian approach in the history of the atom, which is given in the first part of the study, will be discussed. The Kuhnian paradigm was frequently used by Kuhn and his followers, especially in explanations in the history of astronomy. In our study, it will be shown in the explanatory power of this approach is weak when the atomic history is examined.
  • Öğe
    Kazımkarabekir’de bir dini grup araştırması: “Kemal Baba” örneği
    (Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi, 2022) Dağcı, Tahir; Kırboğa, Ziyaeddin
    Çalışmada Karaman Kazımkarabekir ilçesinde etkinlik sürdürmüş bir dini grup araştırması gerçekleştirilmiştir. Araştırmada nitel araştırma yöntemi tercih edilmiş ve kartopu tekniği kullanılmıştır. Yarı yapılandırılmış görüşme tekniği ile grup üyelerinden ham veriler elde edilmiştir. “Kemal Baba” adıyla bilinen grup, Melamiliğin egemen olduğu bir din anlayışını temsil etmektedir. Kemal Baba etrafında öbeklenen grup sosyolojik anlamda karizmatik otorite gruplarına örnek teşkil etmektedir. Grup 1950’li yıllardan sonra Kazımkarabekir ilçesinde kök bulmuş, 1990’lı yıllara kadar grubun etki alanı ve üye sayısı genişlemiştir. Karizmatik liderin vefatıyla grubun sosyal direnci zayıflamıştır. Günümüzde grubun etki alanı daralmıştır. Kemal Baba grubu Alevilik, Bektaşilik, Mevlevilik, Hurufilik gibi inanç sistemlerinden etkilenmiştir. Grup eklektik bir din anlayışına sahiptir. Grubun din anlayışında cezbe hali, manevi mertebeler ve dini sembolizmler öne çıkmaktadır. Grubun aidiyet bağı bireysel manevi olgunlaşma üzerine inşa edildiği için günümüzde grubun herhangi bir teşkilatlanma ve dini-sosyal ağı bulunmamaktadır. Grup üyeleri sonraki kuşaklara din anlayışını pek aktaramadığı için grubun sönümlenme aşamasına girdiği belirtilebilir.
  • Öğe
    Platon’un etik ve politik düzensizliği çevreleyen varlık anlayışı
    (Uludağ Üniversitesi, 2022) Elmas, Mehmet Fatih
    İlk dönem Yunan düşünürlerinden itibaren evren, insan ve toplum üzerine bütünlüklü bir tarzda düşünme çabalarına rastlanır. Platon da eserlerinde bu üç problem ağı üzerine son derece kapsamlı bir biçimde eğilir. Platoncu sistemde filozofun idealara referansla gerçekleştirdiği etkinlik, bir yönüyle evren, diğer yönüyle ise insanla ve toplumsal düzenle ilgilidir. Bu çerçevede, olanların (ta onta) meydana gelmesi, kendisi bir olan olmayan Demiurgos’un etkinliğine bağlanacak tarzda irdelenir. Ancak evrenin yapılandırılmasında karşımıza çıkan Demiurgos’un fiilleri ile bu fiilleri saf düşünme düzeyinde idrak edebilen filozof yöneticinin etkinliği arasında bir anlamda yakınlık vardır: her iki fail de belirli bir biçimlendirme ustasıdır. Nasıl ki ontolojik kurulumda Demiurgos ideaları temel/doğal malzemeye aksettirmek suretiyle evreni bir düzenlilik olarak şekillendirip, güzel bir iş ortaya çıkarmışsa, tıpkı bunun gibi filozofun işi de bu ontolojik zeminde bireysel mutluluğu olanaklı kılabilecek, herkesin hakkaniyet içinde bir yaşam sürebileceği politik bir örgütlenmeye dayalı bir site kurmaktır. Bu yazıda Platon’un varlık ve oluş konusundaki düşünceleri üzerine- arka planını oluşturan etik ve politik motivasyonuyla bütünlenerek- bir irdeleme yapılmaktadır.
  • Öğe
    Sembolik tüketim ve moda
    (Pamukkale Üniversitesi, 2019) Kırboğa, Ziyaeddin
    ‘Tüketim’ kavramı günümüzde, insanla ilgili bütün ilişkileri kontrol altına alabilen bir kavram haline gelmiştir. Tüketimikörükleme amacıyla mevsimlik değişiklikleri ifade eden modanın çokça konusu olan giyim, maddi bir meta olmakla birliktekültür ve inançlar, ekonomik durum ve toplumsal sınıfla ilgili mesaj vermesi bakımından bir uzlaşımsallık vasıtası olabilmektedir.Dolayısıyla 2000’li yıllarda Türkiye’nin tüketim alışkanlıklarında, maddi metaların tüketilmesine ivme kazandırmak için manevireferansları olan sembol ve söylemlerin, maddi metalarla iç içe geçmesi, metalaşması sorunu ortaya çıkmaktadır.Çalışmada nitel araştırma söz konusu olup internet ortamında arama motorlarında karşımıza ilk çıkan iki kadın giyim websitesi belirlenmiştir. Bu web sitelerinin reklamlarında kullandıkları giyim ve aksesuarlarda, sembollerle ifade edilen kültür,inanç ve değerlerle ilgili uzlaşımsallıklar belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmada kıyafetlerin tüketimine ivme kazandıran biraraç olarak sembollerin kullanımı, tüketim ve moda bağlamında incelenecektir. Çalışmada doküman incelemesi yöntemiyletoplanan veriler, betimsel analiz yaklaşımı ile analiz edilmiştir.
  • Öğe
    Levinas’ın Spinoza eleştirisi üzerine bir irdeleme
    (Uludağ Üniversitesi, 2019) Elmas, Mehmet Fatih
    Bu çalışmada Levinas’ın Spinoza hakkında eleştirileri zerine kısa fakat kuşatıcı bir irdeleme sunulmaktadır. unun için ncelikle ‘Levinas’ın Spinoza leştirisi’ alt başlığında Levinas’ın Spinoza’sı serimlenmekte vesonrasında ‘Levinas’ın Spinoza’sına Karşı Spinoza’ başlığıyla eleştiriler zerine derinleşilmeye çalışılmaktadır. u aralıkta yazının bağlamını belirleyen ontoloji ve etik arasındaki ilişkidir. Levinas kendisini bir ontolojiolarak sunan fakat asıl olarak etik bir iddiaya sahip olan; doğallaştırdığı Tanrı tasarımıyla mutlak bir d ş nceve din hareketi olarak nitelediği Spinozacılığı ilk felsefe olarak etik ğretisi karşısında hesaba çekmektedir. Obu iddialarını Spinoza’nın Yahudilik ve felsefe hakkındaki savlarından faydalanarak temellendirmeyegirişmektedir. Yazıda Levinas’ın zellikle felsefi yorumları karşısında Spinozacı fikirlerin konumununetleştirmek zere bir giriş yapılması hedeflenmektedir.
  • Öğe
    Tanrı’nın doğa’yla ve doğa’nın Tanrı’yla kuşatılması: Mevzi Savaşında Spinoza ve Berkeley’in kritik müdahaleleri üzerine bir derinleşme
    (Beytulhikme Felsefe Çevresi, 2021) Elmas, Mehmet Fatih
    Felsefe araştırmalarında gerek Spinoza’yı ve gerekse Berkeley’i sıklıkla Descartes, Leibniz, Locke, Hume ve benzeri düşünürlerle uyum veya karşıtlık içinde düşünme eğilimine rastlanır. Bu isimlerin neredeyse hepsinin aynı dönemin kavramları ışığında bir söylem geliştirdikleri dikkate alındığında, birlikte-düşünülmelerinin haklılığı şüphesiz tartışılamazdır. Literatürdeki karşılaştırmalarda özel olarak Spinoza ile Berkeley’i birlikte-düşünmeye daha az eğilinmesi, en yalın ifadeyle, düşündürücüdür. Oysa modern dönemde felsefenin istikametinin belirlenmesini motive eden “gerilim”i en yüksek düzeyde dert edinmiş olan bu iki düşünürün birlikte-değerlendirilmesi, sorunu esası itibariyle kavramak bakımından elzem görünmektedir. Gerilimi doğuran sorun, özelde felsefe ve din kavşağında ‘nasıl ya da hangi ilkelere göre yaşamak gerektiği’ konusunda yürünebilir bir yol açma çabasında esasen gizlidir. Bu makalede modern dönemde genel olarak din, bilim ve felsefe kavşağında yaşanan krize (en) kritik felsefi müdahalelerin Spinoza ve Berkeley’in verdiği ‘mevzi savaşı’nda yapıldığı ileri sürülmektedir. Bunun için öncelikle modern dönemde, özellikle 16. ve 17. yüzyılda üzerine düşünülen ve aynı zamanda düşünmenin kendisini belirleyen kavramlar ışığında ‘Spinoza’nın manevrası’nda derinleşmeye çalışacağım: Buradaki müdahale Spinoza’nın Deus, sive Natura ifadesiyle ‘Extensio’ (Yayılım) kavramı özelinde gerçekleşen bir ‘dönüşüm’ün formülasyonudur. İkinci olarak, mevcut söz dağarcığı ufkuyla, Berkeley’in esse est percipi formülasyonunda ‘Madde’ kavramı özelinde ide’yi şey’leştirmek suretiyle yaptığı kritik felsefi müdahaleyi ortaya koymaya çalışacağım. Ve son olarak, dönemin krizi karşısında şekillenmiş olan bu iki kritik müdahalenin gerekçelerini ya da motivasyonlarını belirleyen genel olarak din, bilim ve felsefe arasındaki gerilimli ilişki bağlamını metin içerisinde kurmayı deneyeceğim.
  • Öğe
    An evaluation on the gettier problem in the context of contemporary epistemological perspectives
    (Beytulhikme Felsefe Çevresi, 2020) Düşgün, Cemzade Kader; Çiçek, Nuri
    The problem of what knowledge is has been one of the most fundamental problems for classical theories of knowledge. What the epistemological conditions that determine the conditions and criteria of the knowledge are necessary for determining the nature of the knowledge. The debates over the answer that knowledge is the justified true belief have been highly influenced by the counter-arguments put forward by Gettier. The main reason for the continuation of the discussions is that the truth brings some metaphysical problems when analyzed epistemically. Such metaphysical problems have made the meaning of the concept of truth even more problematic. Therefore, all the claims regarding truth are intertwined with the answers given about what the knowledge is. But the truth is not a sufficient condition for knowledge and brings about the question of what the criterion of justification particularly can be fulfilled. In this regard, the research aims to discuss the Gettier problem with regard to contemporary epistemological perspectives.
  • Öğe
    Dı̇l ve kültürel değerler ı̇lı̇şkı̇sı̇: Dı̇nı̂ terı̇mler örneğı̇
    (2019) Kırboğa, Ziyaeddin
    Sadeleştirme veya farklı kavramlarla ifade etme çalışmaları yoluyla, dinî kavramlarda anlam kaybının gerçekleştiği düşüncesi, önemli bir problemi teşkil eder. Bu problem dinî terimlerin aslına uygun olarak sonraki nesillere nakledilememesi ve dinî literatürün ortaya koyduğu değerlerin süreç içerisinde farklı algılanma ve farklı ifade edilmesi sorunuyla ilgilidir. Musannifi Muhyiddîn-i Nevevî olan “Riyâzü’s-Sâlihîn” isimli, orijinal metni Arapça olan hadis kitabı, Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları arasında farklı kişiler tarafından farklı zamanlarda Türkçeye tercüme edilmiştir. Çalışmada bu eserin 1997 ve 2016 yıllarındaki farklı kişiler tarafından tercüme edilen baskıları karşılaştırılacaktır. Dolayısıyla çalışmada nitel araştırma söz konusu olup doküman incelemesi yöntemiyle veri toplanacak ve betimsel analiz yaklaşımı ile analiz edilecektir. Bunun için adı geçen tercüme eserlerde dinin iman, ibadet ve ahlâk temel alanlarında bulunan alt başlıkların içeriğinde yer alan aynı hadislerin çevirilerinden ikişer örnek karşılaştırılacaktır. Bu yolla 1997 ve 2016 yılarında aynı eserin tercüme edilmesiyle ortaya çıkan dinî terim ve kavramlardaki farklılık belirlenmeye çalışılacaktır. Çalışmanın amacı, dinî terminolojinin farklı kavramlarla ifadesi, başka bir deyişle sadeleştirilmesi amacına yönelik yeni veya yabancı kelimelerle karşılanmasının bir anlam kaybına ve klasik literatüre yabancılaşmaya mı yol açtığının veya toplumsal hayatta gerçekleşen modernleşme, kültürel ilişki olanaklarının artması, yeni ya da yabancı kelime ve kavramların kullanılması, yeni nesillerin eski kelime ve kavramlara yabancılaşması gibi değişimlerin göz önüne alınmasının bir sonucu mu olduğunun anlaşılmasına katkı sağlamaktır.
  • Öğe
    Tanzimat sonrası toplumsal değişim: batılılaşma örneği
    (Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2019) Kırboğa, Ziyaeddin
    Toplumun sosyo-kültürel ve ekonomik yapısını etkileyen ve bu yapının değişiminde rol oynayan, toplumun maddi ve manevi kültürünü tamamen veya kısmen değiştiren, dönüştüren bir takım kavramlardan söz etmek mümkündür. Bu çerçevede tespiti yapılan kavramların, değiştirme ve dönüştürme bağlamında toplumla ilişkileri bulunmakla birlikte, bunlardan hiçbiri geleneksel toplumsal yapının değişim ve dönüşümünde tek başına yeterli değildir. Her birinin toplumun sosyo-kültürel ve ekonomik yapısının şekillenmesinde bir ilgisi, etkisi vardır. Bu ilişki sebep sonuç ilişkisi içerisinde ilerlemektedir. Toplumsal değişimin birden çok nedeni vardır. Batılılaşma, modernleşme, sekülerleşme, küreselleşme kavramları ve bilginin/bilimin geçirdiği değişim, toplumsal değişimde katalizör rolünü gerçekleştirir. Toplumsal değişime yön veren bu kavramların incelenmesi, değişimin arka planındaki unsurların tespiti açısından önemlidir. Ancak bu kavramların hepsini birlikte bu çalışmada ele almak, çalışmanın amacını ve sınırlarını aşacaktır. Dolayısıyla bu çalışmada Osmanlı toplumunda Tanzimat sonrası batılılaşma çabaları ve batılılaşmaya karşı çabalar, toplumsal değişim bağlamında belli başlı örnekler çerçevesinde incelenecektir. Osmanlı toplumunda Batılılaşma çabaları elbette Tanzimat’la birlikte başlamış değildir. Tanzimat öncesi Batılılaşma çabalarından da söz edilebilir. Ancak bu çabalar askeri ve teknolojik alanlarla sınırlı kalmış dil, eğitim, ekonomi, basın gibi diğer alanlarda gerçekleşen Batılılaşma hareketleri Tanzimat’la birlikte gelişme göstermiştir. Birçok yenileşme hareketi, yönetici kadrosu tarafından gerçekleştirilse de aydınların fikirleri bu değişime yeni yaklaşımlar getirmiş, zaman zaman yönetimin politikalarını etkilemiştir. Diğer taraftan batılılaşma çabaları, sürekli olarak din ve gelenek etkisinde kalan politika ve düşüncelerin direnciyle karşılaşmış, bilgi/bilimin desteklediği yeni düşünceler yeni kabuller ve yeni toplumsal onaylar üretmiştir. Çalışmada Tanzimat sonrası süreçte gerçekleşen toplumsal değişme, bilgi/bilim alanındaki değişimlere bağlı olarak Batılılaşma bağlamında ele alınacaktır. Çalışmada doküman incelemesi yöntemiyle veri toplanacak ve bu veriler betimsel analiz yaklaşımı ile ele alınacaktır.
  • Öğe
    Two tokens of the inference to the best explanation: no-miracle argument and the selectionist explanation
    (Beytulhikme Felsefe Çevresi, 2015) Erdenk, Emre Arda
    In this paper, I evaluate van Fraassen's critique of the Inference to the Best Explanation (IBE) by focusing mainly on his argument of bad lot. First, I argue that his attack is about the reliability of IBE as a rule of inference. Secondly, I evaluate the most famous realist IBE in the philosophy of science literature, namely the No-Miracle Argument (NMA). I stick to Mark Newman's attack to realist NMA and admit his claim that NMA is viciously circular. Thirdly, I introduce the anti-realist alternative to the NMA, which is argued by van Fraassen, namely the Selectionist Explanation. Ultimately, I claim that, even though van Fraassen finds IBE wanting, SA has a form of IBE and thus it is a token of IBE as well.
  • Öğe
    Spinoza’nın antropomorfizm eleştirisi ya da aklın hayalgücünü ifşası üzerine
    (2013) Elmas, Mehmet Fatih
    Bir bütün olarak olgusal alan idelerle kurulan varlık alanıyla veya idelerin sunduğu idealler ölçüsünde determine edilir. Bu ideler "doğru" ve "yanlış" olabilirler. Yanlış bir ide kendi içerisinde tutarsız veya düzensiz bir saçmalık değildir, fakat onun da tıpkı doğru bir idede olduğu gibi kuralları ve bir dizgesi vardır. Bu bakımdan, yanlış ideler sistemin bir parçası olarak doğrunun oluşumu açısından zorunlulukla bulunur. Bu bağlamda, filozofun işi, her şeyden önce yanlış olanı teşhis ve teşhir etmek ve ardından doğru olanı ortaya koymak suretiyle yanlış olanı zihinlerden ötelemektir.
  • Öğe
    The self and the other in the philosophy of levinas
    (2017) Cemzade, Kader
    Levinas felsefesinin önemli kavramı olan ben kavramından hareketle başkalık ve aynılık problemi açıklanmaya çalışılmıştır. Levinas'ta ben ve başkası arasındaki temel ilişki etik üzerine kurulmuştur. Çünkü Levinas felsefesinde Batı felsefesinden farklı olarak varlığın temelini ontoloji değil, etik oluşturur. Ona göre, ontoloji üzerinden hareket ettiğimizde ben ve başkası aynılaştırılmış olur. Bundan dolayı gelenekten kopuş, ancak dil düzleminde gerçekleşebilir. Levinas, felsefesi özellikle başkası'yla etik ilişkide açığa çıkan etiksel dil üzerine odaklanır. Ben ve başkası arasındaki sorumluluk ilişkisi koşulsuz, sınırsız ve tek yönlüdür. Bu ilişkinin kaynağını bulmak ise mümkün değildir. Bu ilişki sonsuzluğu kendi içerisinde barındırır. Ben'in kendisiyle olan özdeşliğini kıran art zamanlılık sorumluluğun sonsuzlaşması anlamına gelir. Tüm bunlardan hareketle ben ve başkası arasındaki farklılıkların ön plana çıkartılması amaçlanmıştır. Son olarak ise, ben'in sorumluluğunun özgür bilincine mi, yoksa sonsuz'a mı dayandığı tartışılarak, aslında Levinas'ın çok eleştirmiş olduğu Batı metafiziğindeki aynılaştırma mantığının içerisine düştüğünü görürüz. Çünkü başkası'nın, ben'in acizliği karşısındaki mecburiyeti, başkası'nın özgürlüğünü ortadan kaldırır ve ben'e karşı sorumluluğunu zorunlu kılar. Bu ise başkası'nın farklılıklarının ben içerisinde eritilerek aynılaştırılmasına neden olur
  • Öğe
    Elmalılı Hamdı̇ Yazır düşüncesı̇nde dı̇n-felsefe ı̇lı̇şkı̇sı̇
    (2015) Köysüren, Aliye Çınar
    Bu yazı, Elmalılı Hamdi Yazır’ın din ve felsefe ilişkisine dair görüşlerini ele alır. Ona göre din ve felsefe arasında çatışma olmayıp, bütünlükçü bir bakış ikisinin bilakis tamamlayıcı olduğunu tespit eder. Birinin, felsefenin aracı akıl iken; diğerinin aracı ise imandır; ancak iman ve akıl serbest bırakıldıklarında çatışmaz; sadece farklı boyutların temsilcisi olduğunu ifade ederler. Bu bağlamda Batı düşüncesinin özellikle Modernleşme projesiyle bilgi lehine ve ontoloji aleyhine ilerlemesi, bilgi ve değer arasında mesafenin de açılmasını beraberinde getirdi. Daha sonra ideolojilerin etkinliği bu mesafeyi daha da derinleştirdi. Elmalılı Hamdi Yazır, ileri sürdüğü din ve felsefe arasındaki uzlaşmanın ve birbirini tamamlayan boyutlar oluşunu, özellikle İslam düşüncesi bağlamında, bilgi-değer-varlık birliği üzerinden sürdürür.
  • Öğe
    Kişinin devamlılığının psikolojik analizi ile zamansal devamlılık görüşünün bağdaşmazlığı
    (2017) Erdenk, Emre Arda
    Bu makalede, Trenton Merricks'e (1999) ait olan ve psikolojik süreklilik ile kişinin devamlılığının sağlandığına dair herhangi bir görüşün uzamsal devamlılık görüşüyle bağdaşmaz olduğuna dair argümana odaklanacağım. Bu argümana Rea ve Silver (2000) tarafından yöneltilen bir itiraz olan; aynı argümanın, paralel bir argüman ile zamansal devamlılık görüşüne karşı da ortaya konabileceğine ve özgün argümanda ortaya konan nümerik eşitlik bağıntısının kapsayıcı (generic) bir bağıntı olmamasının gösterilmediği için argümanın geçersiz olduğuna dair iddiayı ele alacağım. Merricks'e (2000) göre paralel argümanın geçerli olabilmesi için ortaya koyduğu ortak-parça (co-part) bağıntısı yerine ortak-kişi-parçası (co-person-part) bağıntısına ihtiyacı vardır ve bu bağıntının kapsayıcı olmadığı gösterilmemiştir. Bu nedenle Merricks'e göre özgün argüman geçersiz ise paralel argüman da geçersizdir. Ben burada Merricks'in ortaya koyduğu ortak-kişi-parçası bağıntısının kapsayıcı bir bağıntı olmadığını göstererek paralel argümanın geçerli olduğunu iddia edeceğim. Bunu ortaya koyabilmek için herhangi bir zamansal devamlılık görüşünün arka planını oluşturması gereken dört-boyutçuluk ve uzam-zaman görüşlerinden yararlanacağım. En nihayetinde, Merricks'in uzamsal devamlılık görüşüne dair itirazı geçerli olsun ya da olmasın benim ortaya koyacağım argüman münhasır bir biçimde zamansal devamlılığın hiçbir biçimde kişinin devamlılığına dair psikolojik süreklilik kriteri ile bağdaşmaz olduğunu ortaya koyacaktır
  • Öğe
    An examination of David Hume's use of "propositon" and "deduction" in Hume's law: an objection to the standart interpretation of the "is-ought" problem
    (2015) Erdenk, Emre Arda
    Günümüz felsefecileri Hume Yasası'nı, genellikle, mantıksal ya da anlamsal bir tez olarak yorumlamaktadırlar. Buna göre, herhangi bir geçerli argüman, öncülleri arasında en az bir tane ahlaki içeriğe sahip bir önerme bulundurmuyorsa, sonucunda da ahlaki içeriğe sahip bir önerme bulunduramaz. Bu yorumlama, Hume'un kullandığı "önerme" ve "tümdengelim" kelimelerinin yanlış ele alınmasına dayanmaktadır. "Önerme" ve "tümdengelim" terimlerinin ilgili bağlam çerçevesinde anakronistik bir biçimde ele alınmaması gerektiğini savunacağım. Bu terimlerin doğru yorumlamaları şu şekilde olmalıdır: (1) "önerme" teriminin hiçbir özel (mantıksal) bir anlamı bulunmamaktadır ve (2) "tümdengelim" terimi çok geniş anlamıyla bütün çok-basamaklı çıkarım türlerini kapsamaktadır. Bu açıdan Hume Yasası, mantıksal ve anlamsal tez yorumlamalarının öne sürdüğünden daha geniş bir iddiaya sahiptir. Bu makalede, "önerme" ve "tümdengelim" terimlerinin Hume bağlamında nasıl doğru yorumlanabileceğini tartışacağım. Eğer bu doğru yorumlamaya uyacak olursak, Hume'un tezinin özel olarak ne mantıksal ne de semantik bir iddiası olmadığı görülecektir. Daha ziyade Hume, ahlaki yargılarımızın altında yatan hiçbir psikolojik ideler arası ilişki ya da olgulara dair durumun bulunmadığını tartışmak istemektedir. Bu yorumlamaya göre, "dir/dır-meli/malı" pasajının en can alıcı teriminin "ilişki" kavramı olduğu görülebilecektir. Hume Yasası, Hume'un, İnsan Doğası Üzerine Bir İnceleme(İnceleme; T) adlı eserinin üçüncü kitabının ilk kısmının sonunda bir pasajda yer almaktadır (T 3.1.1). Bu pasaj kelimesi kelimesine okunduğunda, Hume'un dir/dır ile bağlanmış önermelerden meli/malı ile bağlı önermelerin tümdengelimsel olarak çıkarsanamayacı iddiasını öne sürdüğü şeklinde yorumlanabilir. Bu okuma üzerinden de standart yorumlama olarak adlandırdığım Hume Yasası yorumlaması türemektedir. Buna göre, Hume, geçerli argümanlarımızda meli/malı ile bağlı önermelerin sonuçta yer alması halinde en az bir öncülünde bu türden bir önerme olması gerektiğini iddia etmektedir. Fakat bu yorumlamanın dayandığı iki önemli terim olan "önerme" ve "tümdengelim" dikkatli incelendiğinde Hume'un bu terimler ile farklı kavramları kastettiği görülecektir. Bu durumda da standart yorumlama kabul edilebilir bir yorumlama olmaktan çıkacaktır. İlk olarak "önerme" terimini inceleyecek olursak, bu terimin hem bahsi geçen pasajda hem de İnceleme'nin genelinde, bizim bugün anladığımız gibi bir teknik anlam ile kullanılmadığı görülecektir. Teknik bir anlamda kullanılmanın aksine, Hume "önerme" kelimesini her cümle ya da her anlamlı ve doğruluk değeri taşıyabilecek cümle için kullanmaktadır. İnceleme'de önerme kelimesini aradığımızda 51 kez kullanıldığını görebiliriz. Fakat cümle kelimesini aradığımızda şaşırtıcı bir şekilde bu kelimenin sadece bir kez kullanıldığı görülmektedir. Bu da göstermektedir ki; Hume, önerme kelimesini cümle anlamında da kullanmaktadır. İstatistiksel olarak iddiamı destekleyen bu veri aynı zamanda bağlamsal olarak da desteklenmektedir. T 1.3.7'deki pasaj Kail (2007: 38), Cohon (2008: 26) ve Owen'in (1999: 99) de dedikleri gibi Hume için "önerme" kavramının ideler arası ilişkilerin ifadeleri ya da geniş anlamda yargı ve inanç anlamına geldiğini göstermektedir. "Dir/dır-meli/malı" pasajındaki kullanıma baktığımızda soruna dair vurgunun önermelerin önerme yapılarına yönelik olmadığını; önermelerin ifade ettikleri ilişkilerin niteliğine dair olduğu görülmektedir. Bu durumda pasajda önem arz eden terim "önerme" değil "ilişki"dir. Hume'un ilişkiler görüşü bu makalede konu alınmayacaktır. Zira bu bütünüyle ayrı bir çalışma gerektirir. Fakat kısaca şunu söylemeliyim ki ahlaki önermelerin geçerli argümanlarla çıkarsanamayacağı iddiası, Hume'a göre ahlaki önermelere karşılık ilişkiler olmamasından kaynaklanmaktadır. İkinci olarak, standart yorumlamanın temel aldığı çok daha önemli bir kavram olan "tümdengelim" terimini inceleyeceğim. Standart yorumlamanın aksine, "tümdengelim" teriminin, Hume bağlamında, bugün bizim anladığımız anlamının ötesinde, çok daha geniş bir biçimde çıkarım; -özellikle de, çok basamaklı çıkarımların tümü için kullanıldığını savunacağım. İlk olarak, tekrar, İnceleme'deki arama sonuçlarına bakarsak, "tümdengelim" kelimesinin dört kez ve bu kelimenin türevlerinin de sadece bir kez geçtiğini görebiliriz. Bu sonuç iki şekilde yorumlanabilir. Birçok araştırmacının da söylediği gibi, Hume'un tümdengelim kelimesi yerine "kanıta dayalı akıl yürütme" terimini kullandığını ve bu iki terimin aynı anlama geldiğini iddia edebiliriz. Diğer taraftan, görece daha az sayıda araştırmacının söylediği gibi, tümdengelim terimi ile Hume'un "genel olarak argüman" demek istediğini ve "kanıta dayalı akıl yürütme" ile "zorunlu olarak doğru öncüller ve sonuç içeren argüman"ları kastettiğini savunabiliriz. Benim hedefim özellikle "dir/dır-meli/malı" pasajındaki kullanımı anlamak olduğundan; bu yorumlamalardan hangisinin daha doğru olduğundan ziyade hangisinin mevzu bahis pasajdaki kullanımı daha doğru açıkladığını tespit etmek daha fazla önem taşımaktadır. Bu dört kullanım incelendiğinde, Hume'un "tümdengelim" terimi ile yalnızca kanıta dayalı çıkarımı kastetmediği görülebilir. Kanıta dayalı çıkarım, Hume'a göre, sonucunu öncülleri içerisinde barındırmalıdır. Yani kanıta dayalı çıkarımlarda yeni bir bilgi ortaya konulamaz. Bu anlamıyla kanıta dayalı çıkarım bizim bugün kullandığımız anlamıyla "tümdengelim" kavramıyla benzer anlamlı olarak yorumlanabilir. Ancak, tümdengelimsel çıkarımlar için Hume, "apaçık çıkarımlar" ifadesini kullanırken, örnek olarak kanıta dayalı çıkarımların yanı sıra delile dayalı çıkarımları da örnek olarak göstermektedir. Bu durumda hem ideler arası ilişkiler hem de olgulara dair durumlardan türetilen ideler birer tümdengelim olarak anlaşılmalıdır. Bu durum sözü edilen pasajın son cümlesinde de kendini göstermektedir. Araştırmacılar, dönemin "tümdengelim" kavramını açıklamak için hem dönemin diğer filozoflarının kullanımlarına hem de dönemin sözlük ve mantık kitaplarındaki ifadelere başvurmaktadır. Ancak, Hume'un bir deneyci olduğu göz önünde bulundurulduğunda dönemin deneycilerinin tümdengelim anlayışı daha belirleyici bir rol oynayacaktır. Deneyciler için tümdengelim tasımsal olmaktan öte psikolojik bir çıkarımdır. İdeler arasında aracı bir ideye gerek duymadan türetilen ideler tümdengelimsel olarak çıkarsanmaktadır. Locke (1975), Gassandi (1981) ve Arnauld ve Nicole (1996) tümdengelimi bu şekilde kullanmışlardır. Tabi ki, bu ipuçları dönemin tümdengelim anlayışını ortaya koymak için yeterli olmasa da, Hume'un kullanımını anlamamız için yeterli kaynağı sağlamaktadır. İnceleme'deki metinsel ipuçları Hume'un deneyci gelenek ile paralel bir "tümdengelim" kullanımı olduğunu söylemeyi gerektirmektedir. Tüm bu açıklamalara ek olarak Hume'un bahsi geçen pasajda neden "tümdengelim" terimini kullandığını da açıklamamız gerekmektedir. Hume tümdengelim yerine "çıkarım" ya da "argüman" terimlerini de kullanabilecekken neden ısrarla "tümdengelim" terimini kullanmıştır? Bu hususla ilgili Annette C. Baier (2010) orijinal bir iddia öne sürmektedir. Baier'e göre Hume, aynı Locke gibi, "tümdengelim" terimini sözlü ifade yetisi olan canlıların (örn. insanların) kullanabileceği bir araç olarak görüp, daha genel bir ifade olan "çıkarım" terimini akıl ya da biliş sahibi olan tüm canlıların (örn. hayvanlar) yapabildiği bir operasyon olarak kullanmaktadır (2010: 52). Buna göre, "çıkarım" tek basamaklı (direkt) edinimleri oluştururken, "tümdengelim", çok basamaklı bütün çıkarımları kapsamaktadır. Örnek olarak, görsel duyumlardan edinilen algılar birer "çıkarım" oluştururken, algılar setinden çıkarsanan bütün ideler birer "tümdengelim"dir. Sonuç olarak, bu makalede Hume'un "tümdengelim" terimi ile ideler arası ilişkilere dair çıkarımlarla olgulardan türetilen bütün çıkarımların genel bir adını ifade ettiğini iddia etmekteyim. Bu makalede Hume Yasası'nın yeni bir yorumlaması yapılmamıştır. "Meli/malı" ifadelerinden "dır/dir" ifadelerinden neden çıkarsanamayacağı hususu bu makalenin ele aldığı bir konu değildir. Bu yorumlama her ne kadar çok daha önemli olsa da, bu makalede ortaya konan terimlerin analizi olmadan Hume Yasası'nın başarılı bir yorumlaması elde edilemez. Bu kapsamda, makale Hume Yasası yorumlamalarına şu katkıları sağlamaktadır. İlk olarak, Hume Yasası mantıksal ya da anlamsal bir tez olarak kısıtlandırılamaz. İkinci olarak, Hume'un ilişkiler görüşünün dikkatli bir incelemesi olmaksızın "meli/malı" önermelerinin doğasını tam olarak anlayamayız. Son olarak, İnceleme 3.1.1'e sağlam bir bakış bize, Hume'un ahlaka dair önermelerin psikolojik alt yapısına, onların biçimsel yapılarından daha fazla önem vermiş olduğunu gösterecektir. Bu durumda, Hume Yasası mantıksal ya da anlamsal bir tez olmaktan öte psikolojik bir tez olarak ele alınmalıdır.
  • Öğe
    The phenomenal continuity criterion of personal identity is unwarranted in the case of fission
    (2015) Erdenk, Emre Arda
    Bu makalede kişinin özdeşliği problemine dair görüngübilimsel görüşe yoğunlaşacağım. Amacım, ilk olarak, kişinin özdeşliğini açıklamak için ortaya koyulan görüngüsel devamlılık kıstasını açıklamak ve ikinci olarak da bu görüşün benliğe dair ontolojik iddialarına odaklanmaktır. Öncelikle görüngüsel devamlılık kıstasını destekler bir biçimde tartışacağım ancak daha sonra bu görüşün, görüngüsel tözler fikrine olan metafiziksel bağlılığının ciddi problemler teşkil ettiğini iddia edeceğim. Fisyon düşünce deneyinde, bu görüşün çelişkili bir sonuç olan parçanın bütüne eşit olduğu sonucuna vardığını göstereceğim. Görüngüsel tözler görüşü için ortaya koyulan dolaylı akışsal bağlantı koşulunun kıstasın tamamını temelsizleştirdiğini iddia edeceğim.
  • Öğe
    İbn Hazm düşüncesinde keşfetme aracı olarak aşk
    (2014) Köysüren, Aliye Çınar
    Bu makale, İbn Hazm düşüncesi ekseninde, insanın farkındalık ka- zanmasının imkânlarını ele alır. Bu bir tür keşif sürecidir. Dolayısıyla onun düşüncesinde aşk, sevgi ve ülfet kavramları öne çıkar. Kişinin, ilişkiler ağını, dünyayı ve kendini tanıması ve farkındalık kazanması bir süreçtir. Belki de bu süreç, bir tür görü kazanmadır. Sözünü etti- ğimiz keşifer de, yaşanmışlıklar ve deneyimler sayesinde gerçekleşir. Ruhun uyanışı aşkla başlar ve nihai farkındalık da aşk ile mümkündür.