Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Kurumsal Akademik Arşivi

DSpace@KMÜ, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi tarafından doğrudan ve dolaylı olarak yayınlanan; kitap, makale, tez, bildiri, rapor, araştırma verisi gibi tüm akademik kaynakları uluslararası standartlarda dijital ortamda depolar, Üniversitenin akademik performansını izlemeye aracılık eder, kaynakları uzun süreli saklar ve telif haklarına uygun olarak Açık Erişime sunar.




 

Güncel Gönderiler

Öğe
Hurufilik ve Bektaşilik münasebetleri bağlamında sâfî baba divanı
(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Aslan, Murat
Kâinatı, İslam’ı ve insanı Arap alfabesinin yirmi sekiz ve Fars alfabesinin otuz iki harfi temelinde yorumlayan Hurufilik düşüncesi, 14. asrın sonu ve 15. asrın başında Anadolu’ya göç eden bazı Hurufiler sayesinde henüz kuruluş aşamasında olan Bektaşilikle etkileşime girmiştir. Bu münasebet yüzyıllar boyunca sürmüş, böylece Bektaşilik tarikatında ciddi bir Hurufilik etkisi söz konusu olmuştur. Bu etki Bektaşi edebiyatı üzerinde apaçık bir şekilde görülebilir. Muhîtî, Arşî ve Misâlî gibi pek çok Bektaşi şair, şiirlerinde Hurufilik unsurlarını kullanmışlardır. Bunlardan biri 18-19. asır şairlerinden Sâfî Baba’dır. Kaynaklarda hayatı hakkında bilgi bulunmasa da Divan’ından hareketle Sâfî Baba’nın samimi bir Bektaşi olduğunu söylemek mümkündür. Tek eseri Divan olan şairin, şiirlerinde Hurufiliğe ait bazı anahtar kavramlar kullandığı, Fazlullah Esterâbâdî ve Câvidânnâme’den bahsettiği, Nesîmî ve Aliyyü’l A’lâ gibi Hurufi büyüklerini andığı görülmektedir. Sâfî Baba Divanı’nda görülen Hurufilik unsurlarının kapsamı ve içeriği nedir? Eserde yer alan bu unsurlar şairin Hurufi olmasından mı kaynaklanmaktadır yoksa bu durum Hurufilik ve Bektaşilik arasındaki kültürel etkileşimin bir sonucu mudur? Sâfî Baba’yı bir Hurufi olarak kabul etmek mümkün müdür? Makalede bu sorulara yanıt aranacaktır.
Öğe
Cumhuriyetin insan yaşamındaki yeri ve önemi
(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Yeşilçayır, Celal
Cumhuriyet Antik Çağ’dan itibaren siyasi yaşamın önemli unsurlarından biri hâline gelmiştir. Cumhuriyetin ortaya çıkması ve gelişmesinde baskıcı rejimlere karşı verdiği mücadele önemlidir. Bununla birlikte cumhuriyet Antik Çağ’dan günümüze değin önemli merhalelerden geçmiş ve gelişmiştir. Temel özelliklerinin başında ortak değerleri önemseyen yurttaşlık düşüncesi ile toplum yaşamı için bireyi feda etmemek gelmektedir. Cumhuriyet düşüncesinin Yeni Çağ’da gelişen kuvvetler ayrılığı anlayışı ile önemli bir ivme kazandığı anlaşılmaktadır. Diğer taraftan liberal demokrasiler ile karşı karşıya geldiği hususlar söz konusudur. Çünkü cumhuriyet bireyi yalnızca ekonomik değer olarak gören anlayış ile serbest piyasa ekonomisinin yol açtığı açmazları önlemeye çalışmaktadır. Aynı zamanda aşırı bireyci ve sorumsuz özgürlükçü tutumları benimsemez. Bunların yerine anayasa ile halk iradesini harmanlamaya çalışan bir yapıya sahiptir. Temel yurttaşlık değerleri ile zenginin sürekli zengin, fakirin de fakir olduğu bir anlayışa karşı sosyal adaleti sağlamaya çalışmaktadır. Aynı zamanda cumhuriyet sorumsuz özgürlüğün karşısına pozitif özgürlüğü yerleştirmektedir. Dolayısıyla çağımızda yaşanan temel sorunların önüne geçilmesi bakımından cumhuriyet değerlerinin yeniden güçlendirilmesi önem arz etmektedir.
Öğe
Mustafa Kutlu'nun Dürbünlü Çiçek hikâyesine ekoeleştirel bir bakış
(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Dündar, Faruk
Bu çalışmada, Mustafa Kutlu'nun Dürbünlü Çiçek adlı hikâyesi ekoeleştirel bir bakış açısıyla incelenmiştir. Ekoeleştiri, edebiyat ve çevre arasındaki ilişkiyi inceleyen, edebî metinlerde doğanın ve insan-doğa etkileşiminin nasıl temsil edildiğini sorgulayan bir yaklaşımdır. Doküman incelemesi yöntemi kullanılan bu çalışmada, hikâyede doğanın canlı bir karakter ve insan hayatının bir metaforu olarak sunulduğu tespit edilmiştir. Hikâye boyunca detaylı ve canlı doğa tasvirleriyle, insan ve doğa arasındaki derin bağ ve uyum vurgulanmıştır. Yaşlı adamın doğayla iç içe geçmiş yaşamı, geleneksel pratikler ve manevi bağlar üzerinden ele alınmıştır. Su değirmeninin işlevini yitirmesi ve elektrikli değirmenin kullanılmaya başlanması ile birlikte, modernleşmenin doğa ve geleneksel yaşam üzerindeki olumsuz etkileri eleştirel bir şekilde ortaya konmuştur. Bu dönüşümün, insanın doğadan ve geleneklerinden kopuşuna, toplumsal bağların zayıflamasına ve bireylerin manevi dünyalarında oluşan boşluklara yol açtığı gösterilmiştir. Mustafa Kutlu'nun Dürbünlü Çiçek hikâyesi, doğanın insan yaşamındaki merkezi rolünü ve modernleşmenin doğayla olan bağları nasıl zayıflattığını anlatmaktadır. Bu çalışma, edebiyatın çevresel farkındalık yaratmadaki gücünü vurgulamakta ve insan-doğa ilişkisine dair yeni bir bakış açısı sunmaktadır. Bu bağlamda, Dürbünlü Çiçek hikâyesi, modernleşmenin çevresel ve toplumsal etkilerini sorgulayan edebî bir eser olarak değerlendirilmektedir. Bu çalışma ile birlikte, edebiyatın çevre sorunlarına yönelik duyarlılık oluşturmadaki rolüne katkı sağlamak amaçlanmaktadır.
Öğe
Batı balkanlar’da ulusçuluk süreci ve Bosna-Hersek
(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Gün, Doğan
Milliyetçilik, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılma sürecindeki temel araçtı. Aynı zamanda 18. yüzyıldan günümüze tanık olduğumuz ulus-devletler üzerinde de temel bir etkiye sahip oldu. Ancak tanımı konusunda fikir birliğinin olmaması onu en tartışmalı kavramlardan biri haline getirdi. Balkanlar'daki milliyetçilik, Batı Avrupa'da devletliğin temellerini atan milliyetçilikten kökten farklıdır. Balkan milliyetçiliğinin kökleri, Ortodoks Hristiyanlığın yeniden canlanması ve Türklerin temsil ettiği İslami düzene muhalefet tarafından şekillendirilen bir etno-linguistik bilinçtedir. Milliyetçilik çalışması yapanlar farklı tanımlara yöneldiler. Bu analizin amaçlarından biri, birinin milliyetçilik olarak tanımladığı şeyin diğeri tarafından neden dışlandığını açıklamaktır. Milliyetçiliğin sadece bir ideoloji olmadığı Balkanlar ve Bosna-Hersek örneği üzerinden açıklanmaya çalışılmaktadır. Bu bağlamda, etnik azınlıkların Osmanlı millet sistemi içinde nasıl güvenli bir şekilde yaşadıkları ve bu durumun nasıl aniden değiştiği tartışılmaktadır. Balkanlar ve Bosna-Hersek'te büyük güçlerin katkılarıyla milliyetçilik hareketinin ayrılıkçı hareketlere dönüşme aşamaları incelenmiştir. Çalışmamızın sonucunda milliyetçiliğin tarihin en eski bölünmesine, biz ve onlar ayrımına, ulus devletler ve ideolojiler çağına karşılık geldiği görülmüştür. Bu fikrin bir bütünün (biz/millet) parçası olma duygusu taşıdığı, uluslaşmada sürekliliğin temeli ve ulus-devlet oluşumunun temel dinamiği olduğu vurgulanmıştır. Bab-ı Ali'nin milliyetçiliğe doğru hareketin hızlanmasına, kısmen kendi isteğiyle, kısmen de Avrupa'nın ağır baskıları sonucu katkıda bulunduğu tespit edilmiştir. Bulgularımız ayrıca Bab-ı Ali'nin milliyetçiliğe doğru kaymasının, kısmen kendiliğinden, kısmen de Avrupalıların ağır baskıları sonucu hızlanmasına katkıda bulunduğunu göstermektedir. Bu makalede incelenen bir diğer konu ise 19. yüzyılda Balkanlar'ı etkisi altına alan milliyetçilik akımlarının Bosna'nın kaderini büyük güçlerin eline bırakması ve bu süreçte Bosna'nın ve Boşnak halkının geçirdiği dönüşümdür.
Öğe
Güzele ne oldu? Antik Yunan’dan bugüne sanatı tanımlama aracının dönüşümü
(Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Yıldırım, Betül
Sanat felsefesi tarihinin en köklü mirası olarak görülebilecek güzellik, yüzyıllardır felsefi tartışmalarının önemli bir kavramı olagelmiştir. Güzelliğin tarihi, aynı zamanda bir kültürün sanata nasıl baktığının da tarihidir. Bu kavramın felsefi tartışmalarda yerini koruyor olmasında, kavramın ilk kullanıldığı andan itibaren pek çok farklı kavramı çağrıştırmasının, kavramın belirsizliğinin ve neyin güzel olduğu konusunda bir uzlaşıya varmanın güçlüğünün etkisi büyüktür. Sanatın tanımını yaparken güzelliğin ne kadar önemli olduğunun anlaşılabilmesi, güzelin tarihsel süreçte nasıl anlam değişikliğine uğradığını belirlemekle mümkündür. Günümüz sanatını güzel üzerinden tanımlama imkânı olup olmadığı meselesine dair yürütülen çalışmaları netleştirebilmek adına, Antik Yunan’dan itibaren güzelliğe bakış açısında ne gibi farklılıkların meydana geldiğini tespit etmek önemli bir başlangıç noktasıdır. Antik Yunan’dan itibaren sanatın merkezi konumunda olan güzellik, 19. yüzyılın sonuna kadar bu görüşün sorgulanmasını gerektirecek eserler tarih sahnesinde görülmediğinden bu görüşün aksini düşünme gereği hissedilmez. 18. yüzyıldan itibaren, sanatı tanımlama aracı olan güzelin yanına Kant yüce kavramını, sonraki yüzyılda ise Schiller, Hegel, Rosenkranz gibi isimler çirkin kavramını ilave ederek bu kavramı zenginleştirilmeye başlasalar da bu girişimler, sanat eserlerinin güzellik üzerinden değerlendirilmesi fikrinde çarpıcı bir değişikliğe neden olmaz. Bu yeni kavramların yarattığı etki, güzelliğin baskın bir görüş olması durumunun daha esnek hâle gelmesidir. Ancak Modernizmle sanatçıların güzel kavramıyla açıklanması mümkün olmayan eserler üretmesi ve Çağdaş Sanatla güzelliğin zaman içerisinde Danto’nun ifadesiyle fobiye dönüşmesi (kalliphobia), bugünün sanatını nasıl değerlendirebileceğimiz sorusunu sormamıza neden olur. Bu sorgulamada Wittgenstein’ın sanatın güzel, hoş vb. sıfatlar aracılığıyla tanımlanamayacağı düşüncesini ortaya atmasının rolü büyüktür. Bugün sanatını, eser-gerçeklik sınırlarının ortadan kalktığı, çoğulcu, özgür, karmaşık bir sanat dünyası içerisinde sadece güzel üzerinden açıklamak artık olası değildir. Makalenin bütününde bu dönüşüm sürecinin neden ve nasıl gerçekleştiği mercek altına alınarak günümüz sanatının nasıl değerlendirilebileceği meselesi irdelenmiştir.