2024 - Cilt: 2 Sayı: 1

Bu koleksiyon için kalıcı URI

Güncel Gönderiler

Listeleniyor 1 - 7 / 7
  • Öğe
    İslam Tarihi ve Medeniyetinde Merv Şehri, Mesut Can (Ankara: Gece Kitaplığı, 2017) Isbn: 9786051807850
    (Gece Kitaplığı, 2024) Alparslan, Sümeyye; Can, Mesut
    Doç. Dr. Mesut Can tarafından kaleme alınan ve 2017 yılında yayın hayatına kazandırılan İslam Tarihi ve Medeniyetinde Merv adlı eser, ülkemizde yapılan şehir tarihi çalışmalarına büyük katkı sunmuş kıymetli bir çalışmadır. İslam tarihi açısından ele alındığında birçok önemli olaya ev sahipliği yapmış olan Merv, bu çalışmada tarihi, idari, coğrafi, sosyo-kültürel, ekonomik ve ilmî yönleriyle ele alınmış, şehrin tarih boyunca gelişimi gösterilmeye çalışılmıştır.
  • Öğe
    Örgün eğitimde hafızlık sağlama, Mustafa Başkonak (Konya: Hikmetevi Yayınları, 2022) Isbn: 978-625-7756-71-6
    (Hikmetevi Yayınları, 2024) İşlek, Osman; Başkonak, Mustafa
    Allâhu Teâlâ’nın emir ve yasaklarının içerisinde yer aldığı, Peygamber Efendimiz aracılığıyla bizlere tebliğ edilen Kur’an-ı Kerim’i bütünüyle ezberlemedeki öğrenme sürecine “hafızlık” denilmektedir. Hafızlık yapmak insanın Allah’a yakınlaşmasına ve manevi açıdan güçlenmesine vesile olması nedeniyle İslam âleminde büyük önem arz etmektedir. Bu çalışmada, hafızlık sağlama sürecinin önemini ele alan “Örgün Eğitimde Hafızlık Sağlama” isimli eser incelenmiştir. Doç. Dr. Mustafa Başkonak tarafından kaleme alınan eser, Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ortak proje olarak yürütülen “Hafızlık Programı/projesi Uygulayan Anadolu İmam Hatip Liselerinde eğitimlerine devam eden öğrencilerin hafızlıklarını sağlama durumlarının öğrenci, veli ve eğitimciler açısından nasıl değerlendirildiği” konusunu ele almaktadır. Hafızlığın “sağlama” sürecini; öğrencilerin hafızlık yaptıkları yer, ailesinin durumu, bireysel özellikleri ve okul ortamı açısından ele alan bu eser, belirlenen temel ve alt problemlere aradığı cevaplarla hafızlık eğitimi ve pekiştirme süreci ile ilgili alana akademik olarak katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
  • Öğe
    Şer‘İyye mahkemeleri araştırmalarında değişen bakış açıları: metodolojiler ve paradigmalar
    (Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Atay, Rıfat; Atılgan Moğol, Hilal
    Biz bu makalede iki genel soruyu inceleyerek, bu sayı konusunu içeren makaleleri alanın daha geniş bağlamına yerleştirmeyi hedefliyoruz: İlk olarak, neden şer‘iyye mahkemeleri ve onunla ilgili sosyo-hukuk alan 1990’lara kadar ilmî açıdan az ilgi görmüştür? İkincisi, bu durum neden son on yılda değişmiştir? Yakın zamana kadar İslam hukuk tarihi, sosyal tarih ve hukuk antropolojisi çalışan pek çok araştırmacı mahkemelerle ve onların hukuki uygulamalarıyla nadiren ilgilenmişlerdir. Biz bu ihmalin, bu üç alt disiplini şekillendiren ve onların arasında ve içlerinde bir iş bölümü oluşturan akademik geleneklerden kaynaklandığını iddia ediyoruz. İlaveten, son zamanlarda her üç alt disiplinin şer‘iyye mahkemelerine olan ilgi artışının, her alanın içindeki öz eleştirinin ve beşeri ve sosyal bilimlerdeki geniş metodolojik ve epistemolojik değişimlerin bir sonucu olduğunu iddia ediyoruz.
  • Öğe
    İbn Teymiyye’nin tevessül ve istiğase anlayışı
    (Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Polat, Kerim
    İbn Teymiyye düşüncesinin temel kavramlarından biri tevessüldür. İbn Teymiyye bu kavramı meşru ve bidat olarak iki kategoride değerlendirmektedir. Ona göre şu üç tür tevessül meşrudur: Allah’ın isim ve sıfatları ile Hz. Peygamber’e iman ve itaat ile ve salih amellerle. İbn Teymiyye naslarda ve selefin uygulamalarında olmadığını iddia ettiği “zat ile tevessül”, “bir kişinin hakkı ile isteme” ve “ölü veya gaib bir kişiden dua etmesini isteme” şeklindeki tevessül çeşitlerini ise bidat olarak kabul etmektedir. Ancak İbn Teymiyye Hz. Peygamber’in zatı ile tevessülde bulunulabileceğini savunan âlimlerin ictihadda bulunduğunu kabul etmekte ve onlara saygı duymaktadır. Ona göre Hz. Peygamber’in zatı ile tevessül meselesi ictihadi bir mesele olduğundan dolayı bu meselede farklı düşünenler birbirlerine saygı duymak zorundadırlar. Sübkî ve İbn Hacer el-Heytemî gibi âlimler ise İbn Teymiyye’nin tevessül anlayışına eleştirilerde bulunmuşlardır. Bu âlimlere göre Hz. Peygamber ile doğumundan önce, doğduktan sonra ve vefatından sonra tevessülde bulunmak caiz olup İbn Teymiyye’den önce zat ile tevessülün bidat olduğunu iddia eden kimse olmamıştır. İbn Teymiyye’ye göre istiğase ile tevessül farklı kavramlardır. Tevessül bir kişi vesilesi ile Allah’tan bir şey istemek iken istiğase kişinin kendisinden istemektir. İbn Teymiyye insanların çoğunun tevessül ve istiğase kavramlarını birbirine karıştırdığını ve birbirinin yerine kullandığını hâlbuki bunun yanlış olduğunu belirtmektedir. Çünkü bir kişi vesilesi ile Allah’tan istemek ile kişinin kendisinden istemek aynı şeyler değildir. İbn Teymiyye istiğaseyi de iki kategoride değerlendirmektedir. Diri ve hazır olan kişiden gücünün yeteceği şeyleri istemek meşru iken ölü ve gaib bir kişiden sadece Allah’ın gücünün yeteceği şeyleri istemek şirktir. Sübkî ve İbn Hacer el-Heytemî ise İbn Teymiyye’nin istiğase ile ilgili görüşlerine karşı çıkmışlardır. Sübkî ve İbn Hacer el-Heytemî istiğase, tevessül ve istişfa gibi lafızların tamamının aynı anlamlara geldiğini, şeriat ve lügatın da bunları aynı anlamlarda anlamaya engel olmadığını düşünmektedirler. İbn Teymiyye meseleye daha literal ve lafızcı bir bakış açısıyla bakarken Sübkî ve İbn Hacer el-Heytemî gibi âlimler ise daha çok mana üzerinden meseleye yaklaşmaktadırlar.
  • Öğe
    Immanuel Kant’ın epistemolojisinde sentetik, analitik, apriori ve aposteriori yargıların yeri ve önemi
    (Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Korkmaz, Zuhal; Korkmaz, Zuhal
    Immanuel Kant (1724-1804), spekülatif felsefede bilakis epistemoloji alanında ortaya koyduğu eleştirileri ile hem kendi zamanındakileri hem de kendisinden sonrakileri etkilemesiyle felsefe tarihinde ün kazanmış bir filozoftur. Kant, bu zamana kadar bilgilerimizin nesnelere uyarlanması gerektiğinin varsayıldığını bunun ise bilgilerimizi arttırmak konusunda başarılı olamadığını dile getiren epistemolojisini Arı Usun Eleştirisi adlı kitabında ele almıştır. Arı Usun Eleştirisi deneyimin sınırlarını aşan aklın ve bilginin sınırlarını belirleyerek bunların nasıl ortaya koyulduğu ve bilginin olanağını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Arı Usun Eleştirisi’nde bilginin olanağı için zihnin temel yetilerinin neler olduğu gösterilmeye çalışılmıştır. Kant, ortaya koyduğu görüşlerinde sistem eleştirisi yapmaktan ziyade aklın deneyimden bağımsız bir şekilde epistemolojik açıdan eleştirisini yapar. Kant üç soru ortaya koyar. Bu sorulardan neyi bilebilirim sorusu bilinebilirler hakkında epistemolojinin koşullarını belirleyerek deneyimin sınırlarını aşmadan zorunluluğu ortaya koyacak bilgilerin olanağını gösterir. Bu makale Kant’ın, metafiziğin bir bilim olarak olanaklı olup olmadığını ortaya koymak için epistemolojisini kendi içinde ayırdığı bilgilerin formlarının önemini ele almaktadır. Çalışmada, Kant’ın bilgi felsefesinin temelini meydana getiren, bilginin kökeninde deneyin mi aklın mı yoksa her ikisinin de mi aranması gerektiğini ortaya koyarak bilginin oluşum sürecini yakından incelemek amaçlanmaktadır.
  • Öğe
    Kıraat ilminde müdrec olgusu
    (Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Küçükturgut, Muzaffer Ekrem; Çakıcı, İrfan
    Kur’an, lafız, mana ve kıraatten oluşan bir bütündür. Bu bütünün cüzleri arasında mahiyet itibariyle farklılık olsa da katiyet itibariyle farklılık yoktur. Kur’an’ın lafızları nasıl vahye dayanıyorsa onun manası ve farklı şekillerde okunması da vahye dayanır. Esasında bu yaklaşım ulema nezdinde genel itibariyle kabul görse de bu bütünün bir parçası olan kıraatlerin değerlendirilmesi noktasında bazı ihtilaflar yaşanmıştır. Yaşanan her ihtilaf ise yeni araştırmaların yapılmasına vesile olmuş, böylelikle ihtilafların derinleşmesi ve Kur’an üzerinde birtakım şüphelerin oluşmasının önüne geçilmiştir. Kıraatlerle ilgili üzerinde ihtilaf edilen hususlardan biri de müdrec meselesidir. Haddizatında gerek ilm-i kıraat gerekse diğer dinî ilimler alanında telif edilen temel kaynakların çoğunda bu meseleye yer verilmiş, ancak konunun daha çok ansiklopedik tarzda ele alınmış olması, müdrec olgusunun tüm yönleriyle anlaşılması için yeterli olmamıştır. Bu ve buna benzer gerekçelerle “Kıraat İlminde Müdrec Olgusu” şeklinde böyle bir çalışmanın yapılmasına karar verilmiştir. Yapılan çalışmada bir yandan anonim niteliğinde bazı genel bilgilere yer verilmiş diğer taraftan flu diye niteleyebileceğimiz bazı müphem konulara da değinilmiştir. Bu anlamda kıraat olmayan ancak bununla birlikte pek çok âlim tarafından kıraat tasnifi içinde yer verilen müdrece, neden bu tasnif içinde yer verildiği meselesi üzerinde durulmuş ve müdrece yer verilmeyen yeni bir kıraat tasnifi önerisinde bulunulmuştur. Diğer taraftan ulema tarafından ittifakla tefsir olduğu kabul edilen müdrecin; “müdrec kıraat” diye söylenmesinin kıraat mantığı bakımından ne kadar uygun olup olmadığı mülahaza edilmiş ve bunun yerine “müdrec rivayet” şeklindeki bir kullanımın daha doğru olabileceği düşüncesi gündeme getirilmiştir. Zira her kıraatin bir rivayet yönü olsa da her rivayetin bir kıraat yönü yoktur, müdrec de bu cihetle rivayet gibidir. Yapılan çalışmada bu gibi görüş ve kanaatler aklî ve naklî deliller çerçevesinde ele alınmış ve tahlile tabi tutulmuştur.
  • Öğe
    Kelâm ve akâid ayrımının teorik arka planı
    (Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi, 2024) Boşnak, Muhammed
    Kelâm ilminin dinî ilimler içerisindeki yeri eski bir tartışma konusudur. Onun tümelliği filozoflar ve kelâmcılar arasında tartışılagelmiştir. Fârâbî kelâmı “sınırları şeriat koyucu tarafından belirlenmiş emir ve yasaklara yönelik itirazları savuşturan ilim” olarak tarif etmiştir. Gazzâlî (ö. 505/1111) ise el-Munkız’da kelâmı Ehl-i Sünnet akîdesini olduğu hâl üzere muhafaza eden ve bidatçilerin onu bulandırmasına engel olan ilim olarak tanıtmıştır. Ancak el-Mustasfâ’da kelâmın mevcudu inceleyen küllî bir ilim olduğunu iddia etmiştir. Müteahhir dönemde ise bu kapsam biraz daha genişletilmiş ve konunun akîdelere taalluku bakımından ma‘lum olduğu söylenmiştir. Çünkü kelâm doğru bir akîde tesis etmek amacıyla ma‘lum kapsamına giren her şeyi incelemektedir. Böylece kelâmın konusu ve gayesinin akîde ile ne denli ilişkili olduğu tarihsel süreç içerisinde farklı şekillenmiştir. Bu tartışmaların merkezinde kelâmın cedelî bir âlet ilmi mi yoksa gerçekten tümel ve hakikat araştırması olan bir ilim mi olduğu sorunu bulunmaktadır. Çünkü ispat eden ilmin mahiyeti, ispatlanan akîdenin mahiyetini etkileyecektir. Dolayısıyla kelâmın akâide indirgenmesi bir bakıma onun ispatlama işlevini tartışmaya açmaktadır. Bu problemin çözümü kelâm ilminin akâid ile ilişkisinin ortaya çıkarılması ile çözülecektir. Çünkü kelâm ve akâid arasındaki girift ilişki yukarıdaki probleme kapı aralayan bir mahiyete sahiptir. Söz gelimi bu ilimlerin aynı işleve sahip olup olmadıkları önemli bir sorundur. Yine aynı işleve sahipseler, neden aynı işleve sahip iki ayrı ilim bulunduğu çözülmesi gereken bir problemdir. Ayrıca bunlar ayrı iseler sınırlarını neyin belirlediği ve ortak yanlarının ne olduğu gibi sorunlar bulunmaktadır. Bunların kısmen veya tamamen çözülmesi ile iki disiplin arasındaki ilişki ortaya çıkmış olacaktır. Bu makale bu problemlerin çözümü adına kelâm ve akâidin ilke, konu, problem, gaye ve yöntem yönünden ortak ve muhtelif olduğu noktaları ele almaktadır.