İslami İlimler Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Bölümü,Bildiri & Sunum Koleksiyonu
Bu koleksiyon için kalıcı URI
Güncel Gönderiler
Öğe Batı toplumunda Mahremiyet algısının oluşumu, değişimi ve etkisi(Ordu İlahiyat Vakfı Yayınları, 2016) Akyüz, Yakup; Yavuz Ünal; Yusuf Bahri Gündoğdu; Şevket Pekdemir; Hasan Atsız“Helal olmayan, yasaklanan şey" «anlamına gelen mahrem kelimesi sosyolojik ve kültürel anlamda üzerine değerlerin inşa edildiği yasaklı alanı ifade eder. Her toplumun, özelde ise her bireyin başkasına karşı koruduğu, müdahil olmasına izin vermediği mahrem alanlan vardır. Kişi ve toplum bu alanla da kimlik ve kişilik inşasını yapar. Bu bağlamda kullanılan bir diğer kavram ise mahremiyet sınırları içinde bireyin ahlaki olgunluğunun ifadesi olan “iffet” kavramıdır. Mahremiyet ve iffet zorunlu olarak birbirini dolayımlar. Mahremiyet alanı ve sınırları dejenere olmuş bir toplumda ilk olarak sosyal çözülme başlar bunu ahlaki çöküş ve kültürel yozlaşma takip eder. Tarihsel süreç içinde toplumlar kimliklerini mahremiyet alanı içinde inşa etmişlerdir. Ancak her toplumun kendisine özgü bir mahremiyet alanı vardır. Bu alanda dinlere, kültürlere, toplumun gelişmişliğine, açık ve kapalı oluşuna göre değişildik gösterir. Bu bağlamda da temelde Eski Yunan düşüncesi ve Hristiyan değerler üzerine kurgulanan Batı kültürü ile İslam düşüncesi üzerine inşa edilmiş Doğu kültürünün mahremiyet algısı farklılık arz etmektedir. Değişen ve gelişen mahremiyet alanının ifade edilmesi, sınırlarının belirlenmesi, özellikle erkek egemen toplumlarda kadın ve kadın değerleri üzerinden kurgulanmış ve değerlendirilmiştir. Mahremiyet alanının kadın üzerinden belirlenmesi her iki külni- ründe temel hareket noktasıdır. Ancak Doğu kültüründe mahremiyet algısının sadece kadın üstünden değerlendirilmesi dinden kaynaklanmayıp toplumda hâkim olan sosyal ve kültürel etkiden kaynaklanmaktadır. Batı dünyasında mahremiyet algısının aydınlanma ve modemizmle değişmesi beraberinde hakim kültür olarak diğer medeniyetlerin mahremiyet algılarını da etkilemiş ve değiştirmiştir. Amacımız Barı dünyasında ki mahremiyet algısını tahlil ederek kendi içinde nasıl ev-rikliğini, ahlaki sistemi sağlam temeller üzerine kurulu olan İslam dünyasındaki mahremiyet algısını nasıl etkileyip değiştirdiğini tahlil etmek olacaktır.Öğe 1. Uluslararası sosyal bilimler ve müslümanlar kongresi: Hegemonya karşı hegemonya , 5-7 Mayıs 2016, Konya, Türkiye(Necmettin Erbakan Üniversitesi, 2016-05) Akyüz, Yakup; Abdulkadir Buluş; Mehmet Birekul; Fatih Kaleci; Ruhi Can AlkınHegemonya sınıf yapısı içinde bir sınıfın diğer sınıfa üstünlük kurmasıdır. Hegemonya ve iktidar arasında zorunlu bir ilişki de mevcuttur. Hegemonik söylem kullandığı ve savunduğu argümanlarla diğer kültür ve milletlere karşı bir baskı ve üstünlük söylemi de geliştirebilmektedir. Hegemonik dilin oluşumuna dil, din ırk, sınıfsal farklılıklar vb. olgularda erki edebilmektedir. Hegemonik dil edebiyat yazınında da felsefi bir söylem içinde yer bulmuştur. Aldous Huxley eserlerinde bu dilin yansımalarını dile getirir. Özellikle de ütopik eserleri ve diğer romanlarında baskın hegemonik iktidar ve batı iktidarının diğer kültürlere bakışı dile getirilir. Ancak yer yer o da İslami düşünce ve karşı çıktığı diğer düşüncelere hegemonik bir söylemle yaklaşmıştır. Bildirimizde Huxley’in eserlerindeki hegemonik yansımalar yer yer benzer diğer edebi eserlerden de faydalanılarak ele alınacaktır.Öğe Dostoyevski'nin düşünce dünyasında savaş anlayışı(Sakarya Üniversitesi, 2016) Akyüz, Yakup; Yılmaz DaşcıoğluEdebiyat, insanın günlük hayatta karşı karşıya kaldığı yaşamı söz ve yazıya aktarmasıdır. Edebiyatçı bu aktarma esnasında hayatı olduğu gibi aktarmakta ya da yazınında gerçeklikten kopararak kendi hayal dünyasından eklemeler de yapabilmektedir. Edebiyatçı çevresinde gördüğü her şeyi insanı temele alarak kendisine konu edinebilir. Bu bağlamda insanın aşkı, korkusu, umutları, yaşamı, Tanrı ve çevresi ile olan ilişkisi edebiyatçının ilgi alanına girer. Edebiyatçının ilgilendiği konuların en önemlilerinden biri de savaştır. Savaş edebiyatı içerik olarak zenginleştirir, dramatik ve trajik bir hale getirir. Dünya edebiyatının en önemli yazarlarından biri olan Dostoyevski’de savaş kavramına uzak kalamamış ve savaşla ilgili fikirlerini özelliklede günlüğünde beyan etmekten kaçınmamıştır. Ecinniler adlı eserinde Rus kültür çatışmasını anlatmıştır. Dostoyevski insanın kendisi ile olan ruhsal savaşını, kişilik değişmesini eserlerinde işlemiştir. Dostoyevski ayrıca kişinin içinde olan iyi ve kötü mücadelesi yanında devletlerin iç savaşlarım, kültür çatışmalarını Rus İmparatorluğu üzerinden irdelemiştir. Ayrıca O, 1800‘lü yıllarda Rus Çarlığının Pan-Slavist politikanın ateşli bir savunucusu olarak Batı karşıtlığını eserlerinde işlemekten geri kalmamıştır. Yine o, özellikle Balkanlarda Rus yayılmacılığını destekleyerek Rus-Osmanlı Balkan savaşına, Kırını savaşına geniş bir yer ayırmıştır.Dostoyevski savaş edebiyatı söz konusu olduğunda koyu bir pan-Slavist ve Ortodoks’tur. Eserlerindeki insancıl bakış, Rusların savaşı olunca söz konusu değildir. O, Rus Çarının İstanbul’u ele geçirerek büyük bir Slav devleti kuracağı hayali ile yaşamıştır. Bu bağlamda da Türkler. Araplar ve Batılılar hakkında olumlu düşüncelere sahip olduğunu söyleyebilmek pek mümkün gözükmemektedir. Özellikle de Türkler,Balkanlar’da şiddet uygulayan, tecavüz eden, yakıp-yıkan kişiler olarak sunulmuştur.Onun eserlerinde biz 1. Dünya savaşına giden süreç ile Rus toplumunun kendi iç savaşın açık bir şekilde izleyebiliriz.